Amel olmadan iman, iman olmadan amel geçerli midir? Amelsiz iman Müslümanı kurtarır mı?
Allah Teâlâ insanı kendine halife kılmış, onu tabir yerinde ise kendisi için yaratmıştır. Hilafete layık olmamız için de bizden iki şey ister; birisi iman diğeri de sâlih amel. Cennetin anahtarı iman ise sâlih amel de anahtarın dişleri gibidir. İman olmadan hiçbir amelin fayda vermeyeceğini Rabbimiz Kuran’da şöyle ilan eder: “Bizim sözlerimizi ve ahiret buluşmasını inkar edenlerin yaptıkları boşunadır. Bunlar, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir...” (Araf, 147)
AMELSİZ İMAN MÜSLÜMANI KURTARIR MI?
İmanı olmayan bir kâfiri yaptığı bazı güzel işler kurtaramaz, bunda fazla bir tartışma yoktur; esas soru şudur: “Amelsiz iman Müslümanı kurtarır mı?” Yüce Rabbimiz kitabında şirk hariç her günahı affedeceğini bildirir, bununla beraber pek çok ayette imanın yanına sâlih/faydalı amel ilave edilmiştir.
İmam Rabbani’ye göre tasavvufun en büyük faydası imanımızı ve amel işleme şevkimizi takviye etmesinde görülür. Sûfilik yolu öncelikle taklidi imanımızı, içinde en ufak bir şüphe kırıntısı olmayan hakiki imana dönüştürmeye, ikinci olarak da sâlih amelleri severek en güzel şekilde yerine getirmemize hizmet eder. İmam bu hususta şöyle der:
“İşte sufilik yolundan ve nefsi tezkiye etmekten maksat, kalbi hastalıkları gidermek suretiyle imanın hakikatine ermektir. Bu sözü geçen manevi hastalıklarla birlikte iman bulunuyorsa, bu olsa olsa imanın dış yönüdür. Zira nefs-i emmârenin vicdanı imanın aksine hükmetmekte ve onu inkârdan geri durmamaktadır.” (Mektubat, c. I, 46. Mektup)
İMAN VE AMEL BÜTÜNLÜĞÜ
İman ile amel birbirlerini beslerler, iman insanı amel işlemeye sevk eder, işlenen ameller de imanı güçlendirir. İmanın hakikatine eren bir insan adeta bir iyilik avcısıdır. Durup dinlenmeden Allah yolunda koşturur. İman ve amel bütünlüğünü en güzel şekilde ifa eden ecdadımız binlerce vakıf kurmuş, kurttan kuşa, hizmetçiden, fakirden, yolcuya ve hastaya tüm canlılara hizmette yarış etmiştir. Maalesef bugün hem iman hem de amel konusunda zaafa düşmüş durumdayız. Müslümanlar olarak hem Hakk’a karşı olan ibadetlerimizde hem de insanlara karşı olan sorumluluklarımızda tembellik göstermekteyiz. Dilimiz ile söylemesek de lisan-ı hâl ile “kelime-i şehadet getirmekle her şeyin bittiğini cennetin garanti olduğunu” bağırıp durmaktayız. Ömür sermayemizi Hakk’a ibadet, kullarına da hizmet etmekten çok nefsimizin keyfine uymakla geçiriyoruz.
Allah Teala Tekasür suresinde insanın bencilliğini ve hep çokluk peşinde koştuğunu bildirir; insan daima malını, şöhretini, çevresini artırma peşindedir. Daha çok güç toplamak, daha çok servet biriktirmek ve daha çok tüketmek... Bizim batıl vehmimize göre daha çok kazanan, dost çevresi güçlü olan ve şöhreti yakalayanlar başarılı; bunun aksine az kazanan, azla yetinen, çevresinde çok bilinmeyenler ise başarısızdır. Yüce Rabbimiz ise başarının ölçüsü olarak, iman ve sâlih ameli bizlere talim etmektedir:
“Asra (akıp giden zamana) yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr, 1-3)
Allah Teâla, sûrenin başında zamana yemin etmekle, bizim sermayemizin zaman olduğunu bunun da asla geri gelmeyecek şekilde uçup gittiğine işaret etmektedir. Eriyip giden zamanımızı ebedileştirmenin yolu ise iman edip güzel amel işlemektir. İmanın göstergesi sâlih amellerdir. Eğer bir insan iman ettim dediği halde keyfince yaşıyor, sâlih amel işlemiyor, hakkı ve sabrı tavsiye etmiyor, gününü gün etmekle meşgul oluyor ise onun imanında zaaf, kalbinde de hastalık var demektir. İmam Rabbani faydalı iş yapma derdine olmadan sufilikten bahsedenler hakkında şöyle der:
“Salih amelleri yerine getirmeden kalp selametinden söz etmek kuru bir iddiadır. Tıpkı bu dünyada bedensiz ruhun varlığı düşünülemediği gibi sâlih ameller yerine getirilmedikçe kalbî hallerin gerçekleşmesi de muhaldir. Zamanımızda birçok sapık bu gibi boş iddiada bulunuyor.” (Mektubat, c.1, 39.m)
Bu sebeple Hak dostları, Rablerine karşı olan vazifeleri yerine getirdikten sonra her an sâlih bir amel işlemeyi, halka hizmeti ganimet bilirler. Bu güzel insanlar amelsiz geçen her nefesi israf edilmiş görürler. Onların bu vakit hassasiyeti konusunda Hasan-ı Basrî şöyle der: “Ben öyle Müslümanlar gördüm ki onlar vakitlerine, sizin paranıza verdiğinizden daha çok kıymet verirlerdi.” (el-Bahru’l-medîd, III, 74.) Bu sebeple bazı sûfîler sabah uyandıklarında nefislerine şöyle hitap ederlerdi:
“Ey nefis! Bu yeni bir gündür ve senin aleyhine ahirette şahit olacaktır. Bu yeni günü seni Allah’a daha çok yaklaştıracak amellerle doldurmaya bak. Eğer dün ölmüş olsaydın bugün elde ettiğin hayır ve derecelerden mahrum kalacaktın.” (İbn Acîbe, Miracu’t-teşevvüf, s. 15)
SALİH AMELDEN NE ALIKOYAR?
Bizi sâlih amelden alıkoyan kimdir? Birincisi şeytandır. Allah Teâlâ onun hayırlı amellerimize nasıl engel olmak isteyeceğini şu ayette bildirir: “İblîs, “Öyle ise beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım”; sonra önlerinden, artlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın" dedi.” (Araf, 16-17)
Şeytan ne zaman bir hayırlı amel işlemeye niyet etsek hemen yolumuzu keser. Mesela infak etmeye niyet etsek “böyle bol bol verirsen yakında beş parasız kalır dilenci olursun” diye vesvese verir. Camiye gitmeye niyet etsek, “evde kılsan sanki ne olur” der ve bizim güzel iş yapma azmimizi kırmaya çalışır. Şeytan bize her köşeden saldırır, bunun çaresi şeytana kulak vermemek, Hakk’ın yüce kitabındaki müjdelerine gönlümüzü bağlamaktır. İnsan gizli düşmanını bu şekilde fark edince tuzağından kurtulması daha kolay olur.
Bu hususta başka bir engel de keyfinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen nefsimizdir. Sûfîlere göre sâlik nefsinin tembelliği karşısında onunla mücâhede etmelidir, böyle yapa yapa sonunda insan müşâhedeye ulaşır, müşahede aynı zamanda marifet makamıdır. Bu makamda ameller kula zor gelmez: sâlik önceden kendine zor gelen infak, namaz, cihad gibi amelleri artık seve-isteye yapar.
Sufilere göre amel-i sâlihin başka bir boyutu da İslam düşmanları ile mücadele etmek, onların sapık fikirlerinden ümmeti korumaya çalışmaktır. Şer ile mücadele de sâlih amelin bir çeşididir. İmam Rabbani bu mücadeleyi en hayırlı amel olarak görür:
“Bu fakire göre, Allah Teâla’nın rızasını elde etme hususunda hiçbir amel kâfirlere cephe almadan daha faziletli değildir. Zira Hak Teâlâ’nın; küfre, kâfirlere, Lât ve Uzza gibi uydurulmuş batıl ilahların kendilerine yönelik düşmanlığı vardır.” (Mektubat, II, 266.m)
Yüce Rabbimiz her anımızı bir güzellik ile süslemeyi ve amel defterimiz dolu olarak Rabbimizin huzuruna çıkmayı hepimize nasip eylesin. Amin!