Namaz'da Huşûya Riayet Ederlerdi
 
Kaynaklarımızda “Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler”[8] âyeti tefsir edilirken Hz. Ebû Bekir’in namaz esnasındaki huşû halinden bahsedilir ve onun sanki bir direk gibi dümdüz ve hareketsiz durduğu nakledilir.[9] Ondan ilim ve amel öğrenen talebelerinin namazları da bu şekilde takdirle yâd edilmiştir.[10] Yani Hz. Ebû Bekir (r.a) yukarıdaki âyeti en güzel şekilde yaşayıp hayatına tatbik etmiş ki talebeleri de namazlarını herkesin gıpta edeceği şekilde kılabilmişlerdir.
 
O Vakte Ulaşamam Diye Korkuyorum
 
Hz. Ömer (r.a) Ebû Ümeyye diye künyelenen bir kölesiyle mükâtebe yapmıştı. Köle, vakti gelince ilk taksidini getirdi. Hz. Ömer (r.a):
 
“‒Ey Ebû Ümeyye! Git bu parayla hürriyet bedelini kazan!” buyurdu. Kendisine:
 
“‒Ey Mü’minlerin Emîri! Son taksidi ödeyince serbest bıraksaydınız!” denildi. Hz. Ömer (r.a):
 
“‒O vakte ulaşamam diye korkuyorum. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: «…Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenilirlik) görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın! Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin…» (en-Nûr 24/33)”[11]
 
Burada Hz. Ömer’in, âyet-i kerimedeki emri yerine getirmek için ne kadar hassas davrandığını görüyoruz. Yine buna benzer bir hâdiseyi Abdullah bin Abbâs (r.a) şöyle anlatır: Uyeyne bin Hısn, Medîne’ye geldi ve yeğeni Hur bin Kays’a misâfir oldu. Hur bin Kays, Hz. Ömer’in istişâre heyetinden idi. Zâten genç olsun yaşlı olsun bütün âlimler (Kurrâ) Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hur bin Kays’a:
 
“–Yeğenim, senin devlet başkanı yanında îtibârın yüksektir. Beni kendisiyle görüştür” dedi. Hur (r.a), Hz. Ömer’den izin aldı. Uyeyne, Hz. Ömer’in yanına girince:
 
“–Ey Hattâb oğlu! Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermiyorsun. Aramızda adâletle de hükmetmiyorsun” dedi. Hz. Ömer hiddetlendi. Uyeyne’ye cezâ vermek istedi. Bunu sezen Hur:
 
“–Ey mü’minlerin emîri! Allah, peygamberine, “Af yolunu tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir!”[12] buyurdu. Benim amcam da câhillerdendir” dedi. Allah’a yemin ederim ki, Hur bu âyeti okuyunca Ömer (r.a), âyetin sınırını kesinlikle aşmadı. (Uyeyne’yi cezâlandırmaktan derhâl vazgeçti.) Zâten Ömer (r.a), Allah’ın kitâbına son derece bağlı idi.[13]
 
Bu rivayetin son cümlesinde İbn Abbâs (r.a) “وَكَانَ وَقَّافًا عِنْدَ كِتَابِ اللهِ” ifadesini kullanmıştır. Mübâlağa sîgasında gelen “vakkâf” kelimesi, Hz. Ömer’in ve diğer sahabenin Kur’ân’ın hükümleri karşısındaki durumunu çok güzel tasvîr etmektedir. Yani onlar Allah’ın bir âyetini işittiklerinde hemen onun hükmüne boyun eğer, onun çizdiği sınırda durur, kesinlikle ileri geçmezlerdi. Bu konuda çok hassas davranırlardı.
 
Enes (r.a) şöyle anlatır: Ebû Talha’nın evinde insanlara sâkîlik yaptığım, yâni kadehlerini doldurduğum bir esnâda içki haram kılınmıştı. Allah Rasûlü (s.a.v) bir münâdîye emretmiş, o da insanlara bu yasağı duyurmuştu. Biz evdeyken münâdînin sesini işittik. Ebû Talha:
 
“–Çık da bir bakıver, şu ses neyin nesidir?” dedi. Çıkıp baktım ve:
 
“–Bir münâdî: «Dikkat, dikkat; içki haram kılınmıştır!» diye nidâ ediyor” dedim. Bana:
 
“–Öyleyse git ve bütün içkileri dök!” dedi. O andan itibâren Medîne sokaklarından içki aktı.[14]
 
“Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin!..”[15] âyeti nâzil olunca Sâbit bin Kays (r.a) evinde oturup ağlamaya başlamıştı. Rasûlullah (s.a.v) Sâbit’i bir müddet göremeyince nerede olduğunu sordular. Orada bulunanlardan biri:
 
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Ben onun yerini biliyorum!” dedi ve hemen gidip onu evinde oturmuş, başı önünde ağlıyor vaziyette buldu.
 
“–Neyin var, (niye ağlıyorsun)?” diye sordu. O da:
 
“–(Sorma), şer var! Sesim, Rasûlullah (s.a.v)’in sesinin üstüne çıkıyordu, bütün amellerim boşa gitti, cehennemlik oldum” cevâbını verdi. Sahâbî, Sâbit’in bu sözlerini Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e haber verdi. Efendimiz (s.a.v):
 
“–Ona git ve söyle, sen cehennemlik değil, bilâkis cennetliksin!” buyurdular.[16]
 
Bu âyetin nüzûlünden sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (r.a), Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in huzûrunda konuştukları zaman seslerini o kadar kısarlardı ki, Rasûlullah (s.a.v) ne söylediklerini işitemez, sözlerini tekrar ettirmek durumunda kalırlardı.[17]
 
“Mü’minlerden oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz…”[18] âyeti nâzil olmuş, Allah Rasûlü (s.a.v) onu Zeyd ibn-i Sâbit’e yazdırıyorlardı. Âmâ sahâbî İbn Ümmi Mektûm çıkageldi. “Yâ Rasûlallah, eğer cihada güç yetirebilseydim mutlaka cihâd ederdim!” dedi. Bunun üzerine âyetin “özür sahibi olanlar dışında” kısmı nâzil oldu.[19] Ama o sahâbî yine kendini tutamadı. Kılıç sallayamazsam bayrak tutarım, hem görmediğim için daha cesur olurum diye Kâdisiye harbine katıldı. Nitekim Enes (r.a): “Ben Abdullah bin İbn-i Ümmi Mektûm’u Kâdisiye günü bineğin sırtında, üzerinde zırh ve elinde siyah bir sancak­la gördüm” demiştir.[20]
 
Nûr sûresinin 30 ve 31. âyetleri nâzil olarak kadınların örtünmesi emredilince mesciddeki hanım sahâbîler, evlerine gitmeyi beklemeden hemen orada elbiselerinin fazla kısımlarını keserek başlarını ve yakalarını emre uygun şekilde örtmüşlerdir.[21] Erkekler de evlerine dönüp hanımlarına, kızlarına, kızkardeşlerine ve bütün arkabalarına bu âyetleri okudular. Bunun üzerine bütün kadınlar, baştan aşağıya güzelce örtündüler. Böylece Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu hükümleri derhal tasdik ettiklerini ve onlara gönülden inandıklarını gösterdiler. Sabah namazında Allah Rasûlü’nün arkasında güzelce örtünmüş olarak safa durdular. Takındıkları siyah örtüleri sebebiyle sanki başlarının üzerinde kargalar varmış gibi görünüyordu.[22]