Hazret-i Abbâs, Hazret-i Âtike’nin yanından ayrılınca dostu Velîd bin Utbe ile karşılaştı. Ona rüyâyı anlatıp gizli tutmasını söyledi. Velîd de babasına nakletti. Böylece rüyâ Mekke’de yayıldı. Kureyşlilerin toplantılarında konuşulmaya başladı. Hazret-i Abbâs şöyle anlatır:

“Ebû Cehil bana:

«–Ey Abdülmuttaliboğulları! Sizin şu kadın Peygamberiniz de ne zaman türedi?! Siz erkeklerinizin Peygamberliğine kanaat etmediniz de kadınlarınız da mı Peygamberliğe kalkıştı?! Gûyâ Âtike rüyâsında, birinin «Üç güne kadar vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!» dediğini duymuş. Üç gün bekleyeceğiz. Eğer söylemiş olduğu söz doğru ise elbette bir şey zuhûr edecektir. Eğer üç gün dolar da bir şey zuhûr etmezse hakkınızda yazacağımız bir yazıyla Araplar arasında sizin kadınlarınızdan daha yalancısının bulunmadığını yayacağız.» dedi.

Böyle bir şey olmadığını söyledim. Vallâhi benim için bunu inkâr etmemden daha ağır bir şey olmamıştır. Âtike’nin rüyâsının üçüncü günü sabahleyin, kaçırdığım fırsatı elde etmek arzusu ile çok kızgın ve hiddetli bir hâlde Mescid-i Harâm’a girdim. Evvelce söylediklerinden bâzılarını tekrarlayıp Ebû Cehil’e çatacaktım. O Mescid-i Harâm’ın Sehmoğulları kapısına doğru fırlayıp çıkınca, kendi kendime: «Allâh’ın lânetine uğrayasıca, kendisine hakâret edeceğimden korktu da benden kaçıyor.» dedim. Hâlbuki o, Damdam’ın sesini işitmiş! Ben onu duymamıştım. Bir de baktım ki Damdam, devesinin burnunu kesmiş, semerini tersine çevirmiş, gömleğini parçalamış, Mekke vâdisinin ortasında, deve üzerinde avazının çıktığı kadar bağırıyor:

«–Ey Kureyş cemaati! Kervan! Kervan! Muhammed ve ashâbı Ebû Süfyân’ın yanındaki mallarınıza taarruz etti! Ona yetişebileceğinizi sanmıyorum! İmdât! İmdât!» diye haykırıyordu. Başımıza gelen bu iş, beni de onu da birbirimizle uğraşmaktan alıkoydu.” (İbn-i Hişâm, II, 244-247; Vâkıdî, I, 29-31)

Kureyşliler alelacele hazırlandılar. Hazırlıklarını iki veya üç günde bitirdiler. Silâhsızlar için silâh satın aldılar. Zenginler, zayıflara ellerinden gelen yardımı yaptı. Süheyl bin Amr, Zem’a bin Esved gibi ileri gelenler:

“–Deve isteyene, işte deve! Yiyecek isteyene, işte yiyecek! Hepiniz çarpışmaya çıkınız! Sizden hiç kimse geri kalmasın! Şâyet Muhammed ticâret kervanınızı ele geçirecek olursa, muhakkak onunla üzerinize yürür, Mekke’ye de girer!” dediler.

Sefere bütün erkekler katıldılar, katılamayanlar da yerlerine adam tutup gönderdiler. Bedr’e çıkılacağı gün, Ebû Cehil insanlara; “Develerinize binin!” tâlimâtını verdiğinde Ümeyye bin Halef, Mekke’den çıkmak istemedi. Çünkü o zâlim müşrik, kendisinin Müslümanlar tarafından öldürüleceğini, Sâdıku’l-Va’di’l-Emîn olan Allâh Resûlü’nün haber verdiğini duymuş ve:

“−Vallâhi Muhammed konuştuğunda hiçbir zaman yalan söylemez!” diyerek şiddetli bir korkuya kapılmıştı. Ebû Cehil geldi ve onu kendileriyle gelmeye iknâ edinceye kadar yanından ayrılmadı. O da hemen hazırlanıp sefere çıktı.

KÖLENİN MÜŞRİKLERE UYARISI

Utbe bin Rebîa ile kardeşi Şeybe, savaş âletlerini düzeltmeye başladıkları zaman, köleleri Addas:

“–Ne yapıyorsunuz?” diye sordu.

“–Tâif’teki üzüm bağımızda kendisine üzüm ikrâm ettiğin zâtı bilmiyor musun?” dediler. Addas (r.a.):

“–Evet, biliyorum!” dedi.

“–İşte biz gidip O’nunla çarpışacağız!” dediler. Addas sıçrayıp onların ayaklarına sarılarak:

“–Gitmeyiniz! Muhakkak ki O, Peygamberdir! Siz ancak vurulup düşeceğiniz yerlere gidiyorsunuz!” diyerek ağladı ve gözyaşları yanaklarına döküldü. Fakat, Utbe ve Şeybe dinlemeyip gittiler.

BEDİR SAVAŞI’NDA MÜSLÜMANLAR VE MÜŞRİKLER KAÇ KİŞİYDİ?

Müşriklerin sayısı 950 veya bin idi. Yüz veya iki yüzü atlı, yedi yüzü develiydi. Çoğu zırhlıydı. Kureyş’in bütün büyükleri gelmişti. Yanlarına şarkıcı câriyelerini de aldılar, defler çaldırarak ve Müslümanları kötüleyen şiirler okutarak yola çıktılar.[2]

Hicretin ikinci yılı, Ramazan ayının on ikisiydi. Allâh Resûlü, Abdullâh bin Ümm-i Mektûm’u namazları kıldırmak üzere Medîne’de vekil bırakarak 313 kişilik ordusuyla şehir­den çıktı. Bunların 64’ü Muhâcir, gerisi Ensâr’dandı. Üçü atlı, yetmişi develi, diğerleri de yaya idiler.[3]

Peygamber Efendimiz, Medîne’ye bir mil uzaklıkta bulunan Buyûtu’s-Sukyâ’da mücâhidleri durdurdu. Yaşı küçük olanları geri çevirdi. Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a.) şöyle anlatır:

“Resûlullâh’ın yaşı küçük olanları çevirmesinden az önce kardeşim Umeyr’i saklanmaya çalışırken gördüm:

«–Sana ne oldu kardeşim?» dedim.

«–Allâh Resûlü beni küçük görür de geri çevirir diye korkuyorum! Hâlbuki ben sefere çıkmayı çok istiyorum ve Allâh’ın bana şehîtlik nasîb etmesini ümîd ediyorum!» dedi. Gerçekten de kardeşim Resûlullâh’a arz edilince onun henüz küçük olduğunu görüp:

«–Sen geri dön!» buyurdu. Umeyr ağlamaya başladı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de müsâade buyurdu. Umeyr küçük olduğu için kılıcını ben bağlayıveriyordum. Bedir’de şehît düştüğü zaman 16 yaşlarında idi.” (Vâkıdî, I, 21; İbn-i Sa’d, III, 149-150)

Resûlullâh ashâbıyla birlikte yola çıktığında, deve sayısı yetersiz olduğundan, bir deveye sırayla üç kişi biniyordu. Resûlullâh Efendimiz de, devesine Hazret-i Ali ve Ebû Lübâbe ile nöbetleşe biniyordu. Yürüme sırası Peygamber Efendimiz’e gelince arkadaşları:

“–Yâ Resûlâllah! Lütfen Siz binin! Biz, Siz’in yerinize de yürürüz.” dediler. Allah Resûlü ise:

“–Siz yürümeye benden daha tahammüllü değilsiniz. Ayrıca ben de sevap kazanma husûsunda sizden daha müstağnî değilim.” buyurdu. (İbn-i Sa’d, II, 21; Ahmed, I, 422)

Resûl-i Ekrem Efendimiz bu tavrıyla, Allâh’a duyduğu engin muhabbetini, ibâdet ve hizmetle Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmaya ne kadar iştiyaklı olduğunu göstermiştir.