Allah Teala’nın bildirdiği, Rasulullah Efendimizin nezih hayatına yansıyan ölçüler dışında Müslümanlık yok. Her Müslüman ve her İslam toplumu, bugün, yarın ve tüm zamanlarda, Kur’an ve Rasulullah muvâzenesinde bir İslam kişiliği ile donanmak zorunda. Onun adı da “Rahmet Peygamberinin ümmeti rahmet insanı” olmaktır.
İslam’la alaka, aslında kendini bir ölçü içinde tanzim etme alakasıdır. Muhakeme, duygu, davranış vs. bütün alanlarda. Allah Tealaya kulluk halinde bile ölçü getirilmiş. Kur’an buna ilişkin ikazlarla dolu, Rasulullah efendimiz (s.a.v.) bir çok olayda eğittiği Müslümanlara bu yönde ikazlarda bulunmuş.
Yaşadığımız dünyada İslam adına ama “İslam’ın ölçülerini aşan” tavırlara tanık olunuyor. Cihad deyip cihadı Kur’an ölçüsünün dışına çıkaran, “tevhid” deyip, bunu “tekfir” için kılıca dönüştüren, abidlik – zahidlik dendiğinde bunu, toplumdan tecrid haline getiren ve orijinal Kur’an – Peygamber çizgisinin ötesinde bir İslam görüntüsü ortaya çıkaran pek çok örnek var.
Gelin Kur’an’a ve Rasulullah’ın uygulamalarına bakalım, ve bu ana kaynaklarımızdan hayatımıza bir “muvâzene – itidal” taşıyalım. Mesela şu ayet mü’mine öyle bir “ruhi disiplin” getiriyor ki, hayatımıza taşıyabilsek, belki de, yüreklerimizi dağlayan kişisel – toplumsal nefret ikliminden uzaklaşacağız. Okuyalım:
“Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar’dır. (Maide, 8)
Mesela “Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz” (Araf, 31) ayeti hayatımızı tanzim etse, belki de bunca sindirim sistemi hastalıklarıyla boğuşmaya veya diyet arayışlarına ihtiyaç olmayacak. Helal gıda duyarlılığı önemli. Ama mesela Kur’an bizi orada da “Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın”diye uyarıyor, “ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.” diyor. (Maide Suresi, 87)
Şu ayetin zaman zaman herhangi birimizi muhatab alıp almadığı noktasında düşünmeliyiz: (Ey Muhammed!) De ki: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurat, 16)
Rasulullah Efendimiz, “Şüphesiz ki bu din kolaylıktır. Kim bu dini zorlaştırırsa din ona galip gelir.” (Buhârî, İmân 29) diye buyururken, hiç şüphesiz, “dindarlık”ta bile ölçünün kaçabileceğini görüyor ve mü’minleri uyarıyor.
Şu hadis, Rasulullah Efendimiz (s.a.v.)’in, İslam’ın hayatımıza taşınmasında nasıl ölçü hassasiyeti içinde bulunduğunu en güzel şekilde anlatmaktadır: Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:
Üç sahabî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in evde gizlice yaptığı ibâdetleri öğrenmek üzere, Peygamber Efendimiz’in hanımlarının yanına gittiler. Efendimizin evde yaptığı ibâdetleri öğrenince bunu azımsadılar ve:
“-Biz, Allâh’ın Rasûlü gibi miyiz? Allah, O’nun olmuş ve olacak bütün günahlarını bağışlamıştır.” dediler.
“-Ben yaşadığım müddetçe, geceleri hiç uyumayacağım, hep namaz kılacağım.” dedi.
Bir diğeri:“-Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım!..” dedi.
Üçüncü sahabî ise:“-Ben de kadınlardan uzak duracağım, hiç evlenmeyeceğim!..” dedi.
Bir müddet sonra Peygamber Efendimiz, onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:“-Bu sözleri söyleyen sizler misiniz? Bakınız, Allâh’a yemin ederim ki, içinizde Allah’tan en çok korkan ve O’na en çok saygılı olan benim. Fakat ben bazı günler oruç tutar, bazen detutmam. Gece hem namaz kılar, hem uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir.” (Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5; Nesâî, Nikâh, 4)