Gençlik: İnsanın ömründe geçirdiği evrelerden biri ve en önemli evresidir. Çünkü gençlik bir nevi ömrün baharıdır. Kuvvetinin kemal bulması, bünyenin sağlam olması vb. imkânlar gençliğin sahip olduğu güzelliklerdendir. Gençlik döneminin zamanlaması konusunda psikologlar arasında her ne kadar görüş ayrılığı olsa da ergenlikten sonra ile olgunluk arasındaki devredir denilebilir. O da 20-25 ile 40 arası yaş aralığıdır. Bu dönem sağlık, fizik ve kuvvet kemali olarak avantajlı olsa bile aklı, fikri, düşünsel, doğru ile yanlışı ayırt etme açısından ve hayat tecrübesizliğinin de verdiği olumsuzluk bu dönemin verdiği eksiklikler ve olumsuzluklardandır.
Bu dönem her açıdan hassas ve önemli bir dönemdir. Bu dönem eğer iyi eğitilirse kültürüne, manevi değerlerine, adet ve geleneklerine bağlı bir gençlik yetiştirilirse o milletin geleceği parlak olur. Çünkü tarih boyunca milletlerin geleceği gençliğine bağlı olmuş ve bundan sonra da bağlı olmaya devam edecektir. Davalar gençler sayesinde hep mücadelelerini sürdürüp başarıya ulaşmışlardır. İslam’ın ilk dönemine de baktığımızda aynı şey söz konusudur. Hz peygamber (S.A.V.)'e ilk inanan ve zorlu mücadeleyi yürüten ilk kadronun hepsinin gençlerden oluştuğunu görüyoruz. İslam’ın en sıkıntılı, Müslümanlığın daha açığa vurulmadığı dönemde inanan bir avuç insanın adeta sığınağı ve teşkilatlanıp, programlandıkları, daru'l İslam olarak da bilinen 17 - 18 yaşlarında olan Erkam b. Ebu'l Erkam' in evi seçilmiştir. Sık sık sitem ederek bu gençlerle “işimiz yaş”, “gençler böyle devam ederse halimiz ne olur”, “bu gençlerle hiçbir şey yapamayız” gibi laflar ederiz ama hiç işin içinden sıyırıp çıkmaya gerek yok çünkü bu gençlik bizim ürünümüzdür.
Onları suçlamadan önce bu gençleri biz yetiştiremedik diye kendimizi sorgulamamız lazım. İslam'ın en büyük savaşlarından olan Mute savaşında Zeyd bin Harise'nin şehit olmasından sonra onca yetişkin ve tecrübeli sahabeye rağmen 19 yaşındaki Üsame’nin orduya komutan olması için seçilip Suriye’ye gönderilmesi gençlerin önemini gayet iyi açıklamaktadır. Baktığımızda Mus’âb bin Umeyr İslam'da ilk görevlendirilen öğretmeni 17 yaşlarındaydı. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u 21 yaşında fethettiğini asla ama asla unutmamamız gerekir. Bunların örneklerini artırabiliriz. Ama modernleşen ve dijitalleşen dünyada ne yazık ki gençliğimizin durumu çok da iç açıcı değil. Biz kabul etsek de etmesek de gençler gittikçe manevi değerlerinden ve inançlarından uzaklaşarak farklı ideoloji ve fikir akımlarına kapılıp gitmektedir. İslam toplumlarında ateist, deist ve inançsızlık gittikçe prim yapmaktadır. Gençlerin tek derdi lüks yaşam, konfor ve maddiyat olmuş durumda.
Unutmamamız gerekir ki gençlerimizin düşünce algısı, beğeni ve zevkine hitap eden güçlü ve etkili bir sosyal medya ağı vardır. Bu medya geniş bir dünya resminin sınırsız zenginliğini baş döndürücü özgürlük iksiri ile birlikte servis ederken aslında daracık bir kulübeye hapsetmekte ve dış dünyayla olan tüm bağlantılarını kesmektedir. Bu daracık kulübede kendi ârafına kapanmış kültürünün derinliklerinden yoksun sığ ve kısır dünyasında sıkı bir inzivadadır. Müslüman bir toplumda Müslüman anne babadan dünyaya gelmiş ve yetişmiş bir genç rahatlıkla vegan (hayvansal ürünleri tüketmeyen) olması ve kurban bayramından bahsedilince de o benim bayramım değil diyebilmesi, yine bir başkasının rahatlıkla anne ben deist oldum diyebilmesi yüreğimizi cız ettirmiyor ve dağlamıyor mu? Bizi ilgilendiren bu gençlerin hiç, saf, yalın ve duru bir imanı oldu mu? Olmadıysa neden ve sorumlusu kim? Olduysa bunu nerede nasıl ve niçin kaybetti? Elbette ki bunlar birer uç örnektir. Ama bu inkârcı tavır yüzleşmekten köşe bucak kaçmaya çalıştığımız bir gerçeği suratımıza çarpıyor, kovuğumuza çekilip kulağımızın üstüne yatmanın kendimizi aldatmanın manası yok. Hepimiz kabul etsek de etmesek de modern dünyada imanın güneşi insanlığın bir kısmı için yavaş yavaş parlaklığını yitiriyor, kutsal ve dindışı dünyanın insanlığın bilincinde sebep olduğu derin fay çatlakları bize ruhla bedenin, kalple aklın, maddeyle ruhun arasının çok ama çok açıldığı uyarısını yapıyor.
Bir tamire ihtiyacının olduğu gerçeği artık su götürmez. Peki kim bu vegan ve deist olan gençlerimiz? Tarihinden, toplumundan, dininden ayrılmış inançsız bir modern birey mi? Kendi öz kaynaklarından el ayak çekmiş standart tüketiminin konforuna yaslanmış ruhundaki imanın son ışığını da söndürmüş bir bağımsız mı? Farklı çehrelere ve ifadelere bürünmüş bir ahlaki vebanın ölümcül zehri ile can çekişen bir benlik mi? Hepsi olabilir. Ama hepsi de birer sonuç onları bu noktaya kim ya da kimler getirdiği? Buralara nasıl geldikleri? Asıl soru bu ortada bir gerçek var büyüklerin suç ve hatalarının bedelini küçükler öder. Olan budur. Gençlerimize yüreklerinde kök salacak, çiçek açıp meyve verecek bir iman aşılayabildik mi? Ne verdik ne istiyoruz? Bu ara ünlü yazar ve romancı Peyami Sefa'ya İstanbul hukuk fakültesinde okuyan bir gencin yazdığı mektuptan birkaç satırı buraya almak isterim.
“Halen Hukuk Fakültesinde talebeyim yani Cumhuriyet maarifinin yetiştirdiği bir genç.... dinim, tarihim, dilim, ahlakım ve ebeveynim ile aramda açılan korkunç uçuruma baktıkça zaman zaman gözlerim kararıyor şahsi ve Milli istikbalimi simsiyah görüyorum. Sanatkar, alim, hukukçu, devlet adamı, maarif adamı ve siyasiler neslim adına boğazımdan kopan şu çığlığa kulak veriniz. Beni kurtarınız. Peyami safa hem kulak hem cevap vereceğini söylediği gencin mektubunu bir imdat çığlığı başlığı ile yayınlar dönemin sanat, siyaset, hukuk ve maarif çevrelerinin umursamaz tutumuna bakarak nihayette gence şu cevabı verir. Kendi kendinizi ancak siz kurtarabilirsiniz. Ben de diyorum ki genç kardeşlerim ne olursunuz kimse ama hiç kimse sizinle Rabbiniz arasına girmesin şu hoca şöyle yanlış yaptı, bu şeyh böyle yanlış yaptı, şu parti ve bilmem ne tarikatı, ne cemaâtı, ne vakfı, ne derneği şu bu hataları yaptı da ben dinden soğudum demeyin. Kimse sizi ilgilendirmesin, siz size bakın, sizi siz ilgilendirirsiniz, işinize ve kendinizi kurtarmaya bakın çünkü yukarıda saydıklarımın hiçbiri mazeret kabul edilmeyecek. Dininizi, imanınızı doğru yerden, doğru kişi ve kaynaklardan öğrenin ve yaşayın da imanın tadına varın.” Hakikaten onlar rablerine iman eden birkaç genç idi biz de onların hidayetini arttırdık”(Kehf,13) diyor yüce Rabbimiz. Gençlerin ibadet alışkanlığına gelince birincisi; Asıl mesele iman meselesidir, eğer sağlam bir iman kazandırılırsa o iman zaten sahibine ibadet ettirir. Onun için öncelikle bireylere sağlam bir kazandırılmalı. İkincisi atalarımızın dediği gibi ağaç yaş iken eğilir. Yani ibadet daha çocuk yaştayken öğretilmeli ve alışılmalı.
Ne kadar öğretme ve alıştırma geç başlarsa o kadar zorlaşır ve bazen de imkânsızlaşır. Nitekim Peygamberimi (S.A.V.) çocuklarınıza 7 yaşında namazı öğretmeye başlayın, 10 yaşında artık kılsınlar (Ebu Davud, Tirmizi). Tabii ki ebeveyn çocuklarına ibadeti öğretir ve ona alıştırırken bu arada kendilerini unutmayacaklar. Çünkü kendileri yapmadıkları şeyi çocuklarına asla yaptıramazlar. Rabbim gençlerimizi her türlü bozuk düşünce, inanç, fikir akımı ve ideolojiler den muhafaza etsin inşallah. (Amin). İman selameti temennisi ile.