TASA VE BELA YERİ
İki Cihan Güneşi Efendimiz bu toprağın Kerbelâ toprağı olduğunu söylemişti. Kerbelâ, Irak’ın Kûfe bölgesindedir. Efendimiz bu yeri tasa ve belâ yeri diye vasıflandırmıştır. Bir seferinde Hz. Ali (r.a.) “Sıffîn”e giderken bu mıntıkadan geçmişti. Fırat kenarında bir köy olan Ninova’ya gelince durdu ve burasının adını sordu. Kerbelâ cevabını alınca Hz. Ali (r.a.) gözyaşlarını tutamadı. Sonra şunları söyledi:
“Bir defasında Resûlullah’ın huzuruna gitmiştim. Vardığımda ağlıyordu.
- Ya Resûlallah! Seni ağlatan nedir? diye sorduğumda bana: “Az önce Cebrâil (a.s.) yanımdaydı. Bana oğlum Hüseyin’in Fırat kenarında Kerbelâ denen yerde öldürüleceğini haber verdi ve o topraktan bir avuç alıp bana koklattı. Gözyaşlarım akıyorsa bu benim elimde değil ne yapayım kendimi tutamadım.” buyurdu.
Hz. Hüseyin (r.a.) ağabeyi Hz. Hasan (r.a.) ile birlikte birçok seferlere katıldı. Hz. Osman’ın (r.a.) evini kuşatan isyancılara karşı halifeyi korumak ve evine su taşımak üzere babası tarafından verilen vazifede bulundu. Babasının halifeliği sırasında beraberinde Kûfe'ye gitti. Şehâdetinden sonra vasiyeti üzerine ağabeyine itaat etti. Hz. Hasan (r.a.) ile Muâviye (r.a.) halifelik konusunda anlaşınca Hz. Hüseyin (r.a.) bunu içine sindiremedi ve ağabeyi ile birlikte Medine'ye döndü. Kendini ibadete verdi. Zühd ve takvâ üzere yaşamaya gayret etti. Muâviye döneminde fitne çıkarmak isteyen kimselere de fırsat vermedi.
Muâviye 60. h. yılda Şam’da vefat edince oğlu Yezid’e bîat etmedi. Yezid her ne sûretle olursa olsun Hz. Hüseyin ve arkadaşlarından bîat almasını Medine valisi Velid İbni Utbe’den istedi. Vali yumuşak huylu, merhamet sahibiydi. Kendisine Hz. Hüseyin’in (r.a.) öldürülmesi fikri söylenince: “Benim dinimi mi yıkmak istiyorsunuz? Yemin ederim ki Hüseyin’i (r.a.) öldürmek sûretiyle bütün dünyanın mal ve mülküne sahip olacağımı bilsem yine de bunu yapmam.” diyerek reddetti.
Bu haberler üzerine Hz. Hüseyin (r.a.) 4 Mayıs 680 gecesi bütün aile fertleriyle birlikte Mekke’ye gitmek üzere yola çıktı.
Kûfeliler Hz. Hüseyin’e (r.a.) bîat etmek için Meke’ye haber gönderdiler. O da amcasının oğlu Müslim İbni Akîl’i incelemelerde bulunmak üzere Kûfe’ye gönderdi. Müslim bir mektup yazarak Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e (r.a.) bîat edeceklerini hatta on beş yirmi bin kişinin bîatını onun adına kabul ettiğini bildirdi. Fakat Yezid bu faaliyetleri öğrenince Müslim’i öldürttü. Halk korkudan biatlarını geri aldı. Hz. Hüseyin (r.a.) bu arada geçen hadiselerden haberdar olamadı. İbni Abbas, İbni Zübeyr ve İbni Ömer (r.a.) hazarâtı Kûfe'ye gitmemesini tavsiye ediyorlardı. Gerekirse Mekke’de adınıza bîat alırız diyerek görüş beyan ediyorlardı. Fakat Kader-i İlâhî’nin önüne geçmek de kimsenin kârı değildi. Bir sevk-i tâbiî ile Hz. Hüseyin (r.a.) 9 Eylül 680 tarihinde ailesi ve bazı taraftarlarıyla birlikte Kûfe’ye hareket etti.
HZ. HÜSEYİN’İN (R.A.) ŞEHİT EDİLMESİ
Hz. Hüseyin (r.a.) rüyasında Resûlullah’ı gördüğünü ve başladığı işi tamamlamakla emrolunduğunu söyledi. Bunun için amcazâdesi Abdullah İbni Ca'fer’in gitmemesine dair yazdığı mektubuna da cevap vermedi. Yolda Kûfelilerin bîatlarından caydığını ve Müslim İbni Akîl’in öldürüldüğünü duyunca bir ara geri dönmeyi düşündü. Fakat kader tekrar o tarafa yönlendirdi. Kendisiyle beraber gelenlere: “İsteyenlerin ayrılabileceğini” söyledi. Yanında sadece aile fertleri kaldı. Yaklaşık 72 kişiyle birlikte Kerbelâ’ya vardı. Kûfe valisi Ubeydullah İbni Ziyad Rey valisi Ömer İbni Sa’d'a bir mektup göndererek Hüseyin'in doğrudan kendisine teslim olmasını istedi. Yoksa onunla savaşmasını emretti. Her iki taraf da maalesef anlaşamadı ve savaş hazırlığına başladı.
Hz. Hüseyin (r.a.) gerekli savaş hazırlıklarını yaptıktan sonra atına bindi ve önünde mushaf olduğu halde Ömer'in ordusuna yaklaştı. Kendisinin buraya geliş amacını anlamalarını ve hakkında insaflı hüküm vermelerini istedi. Ömer İbni Sa'd hiçbir şey duymamış gibi davrandı ve aldığı emri yerine getirmek üzere ilk oku fırlattı. Böylece savaş başlamış oldu. Birbirine denk olmayan bu kuvvetler arasında tam bir dram yaşandı. Hz. Hüseyin’in (r.a.) yirmi üç süvari, kırk piyadeden oluşan askerleri kısa sürede azaldı. Hepsi şehit oldu. Hz. Hüseyin (r.a.) yalnız kaldı. Bu yalnızlıktan yararlanan Sinan İbni Enes en-Nehâî bir harbe attı ve Hüseyin efendimizi yere düşürdü. Kendisi de atından yere atlayarak indi ve Hüseyin Efendimizin başını keserek şehit eyledi. 10 Muharrem 61. hicri 10 Ekim 680 m. senede 57 yaşlarında iken kader onu teslim aldı. Vücudunda 33 mızrak yarası ve 33 kılıç darbesi vardı.
“EYVAH RESULULLAH’IN REYHANI”
Hüseyin Efendimizin şehit edildiği gün Ümmü Seleme (r.a.) annemize verilen kızıl toprak kan haline gelmişti. Annemiz onu kan şeklinde görünce: “Eyvâh Hüseyin’im!.. Eyvâh Resûlullah’ın reyhanı!..” diyerek ağlamaya başladı ve etrafa haber verdi. Bu acı haberi duyan Medine halkı feryatlara boğuldu. O gün yer yerinden oynadı.
Şehitlerin cesetleri ertesi gün Gadiriye köylülerince toprağa verildi.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (r.a.) Efendilerimiz Resûlullah’ın sevgili torunları olarak hep birlikte anılmışlardır. Efendimizin “İki çiçek demeti” ve “Cennet gençlerinin efendileri” sıfatıyla Müslümanlar tarafından daima sevilmiş, sayılmış ve adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır. Onlar yaratılış ve ahlâk itibariyle Resûlullah Efendimiz’e çok benzerlerdi. Halîm, selîm ve yumuşak huylu idiler. Şefkat, merhamet ve cömert idiler. Buyururlardı ki: “Cömert efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mü’min kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.”
DEDELERİNİN YANINA GİRİP ÇIKARLARDI
Hz. Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz çocuk yaşta iken dedelerinin yanına serbest girip çıkarlardı. Evde olsun, mescidde olsun o ışık kandilinden ayrılmazlardı. Sefere gidip gelen ashâbı onlara hediyeler getirirdi. Dıhye (r.a.) her ticârî seferden dönüşte eli boş dönmezdi. O nur topu sevgili torunlar buna alıştığı için bir gün Cebrâil’i (a.s.) da Dıhye’ye (r.a.) benzeterek varıp ellerini koynuna soktular. Resûlullah mahcup bir şekilde Cebrâil’e (a.s.): “Ey kardeşim Cebrâil! Sizi ashabımdan Dıhye’ye benzettiler. O her sefer dönüşünde onlara hediyeler getirir deyince Cebrâil (a.s.) oturduğu yerden ellerini uzatıp Cennetten bir salkım üzüm ile bir kırmızı nar alıp onlara hediye etti. Hz. Hasan ile Hüseyin (a.s.) sevinerek mescidden çıkarken bir dilenci gelip onlardan istedi. Onlar da vermek istediğinde Cebrâil (a.s.) mani oldu ve:”Ya Resûlallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyveleri ona haram iken hile ile yemek istedi” dedi. Resûlullah’ın sevgili torunları böylesine cömert idi.
Hz. Hüseyin Efendimizin soyu Ali Zeynelabidin vasıtasıyla devam etmiştir. Hüseyin Efendimiz’in neslinden gelenler “Seyyid” ünvanıyla anılmıştır.