Hanefî mezhebinin imamı, büyük müctehid İmam Ebu Hanife Hazretleri’nin hikmetli sözleri...
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nden ikmetli sözler...
İMAM-I AZAM’IN HİKMETLİ SÖZLERİ
“Bilmiş ol ki;
- İnsanlarla iyi geçinmezsen onlar sana düşman kesilirler, velev ki annen-baban bile olsa senden hoşlanmazlar.
- Akrabandan olmayanlarla bile iyi geçinebilirsen, onlar sana âdetâ ana-baba olurlar.”
Nefsi Hesaba Çekmek...
İbâdet, İmâm-ı Âzam -rahmetullâhi aleyh- için bir inşirah ve lezzet vesilesiydi. Fıkhî bir mesele düğümlendiğinde, nakil ve akıl kifâyet etmediğinde;
“–Bu meselenin çözülememesi Ebû Hanîfe’nin işlediği bir günahtan dolayıdır.” der, hemen istiğfâr eder, kalkar abdestini tazeler, huşû ve huzur ile iki rekât namaz kılardı. Mesele çözülüverirdi.
Cömert İmam...
Ebû Hanîfe Hazretleri, kazancıyla ilim ehline infakta bulunur, geceleri fakirlerin evlerine yardımlar yollardı.
Gönlünü, onlara bir dergâh hâline getirmişti.
Dürüstlük ve Helâl
Ebû Hanîfe Hazretleri, ortağı Hafs bin Abdurrahmân’ı kumaş satmaya göndermiş ve ona;
“–Ey Hafs! Malda şu şu özürler var. Onun için bunu müşteriye söyle ve şu kadar ucuza sat!” demişti.
Hafs da, malı İmâm’ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebû Hanîfe Hazretleri, Hafs’a kumaşı alan müşteriyi tanıyıp tanımadığını sordu. Hafs’ın, müşteriyi tanımadığını belirtmesi üzerine İmam, satılan maldan elde edilen otuz bin dirhemlik kazancın tamamını tasadduk etti ve ortaklığına son verdi. (İbn-i Hacer el-Heytemî, İmâm-ı Âzam’ın Menkıbeleri, trc. Abdulvehhab ÖZTÜRK, Ankara 1978, s. 82)
Fiyatı Artır!..
Bir gün bir kadıncağız, İmâm-ı Âzam Hazretleri’ne satmak için ipekli bir elbise getirmişti. İmâm-ı Âzam kaça sattığını sordu. Kadın;
“–Yüz dirhem!” dedi.
Ebû Hanîfe -rahmetullâhi aleyh- buna itiraz etti:
“–Hayır, bu daha fazla eder.” dedi.
Büyük müçtehidi fazla tanımayan kadın şaşırdı. Yüz dirhem daha artırdı. İmâm-ı Âzam yine kabul etmedi. Kadın yüz dirhem daha artırdı, sonra yüz dirhem daha...
Ebû Hanîfe Hazretleri yine;
“–Hayır, bu dört yüz dirhemden de fazla eder.” deyince kadıncağız hayretle;
“–Yâ İmam! Siz bana şaka mı yapıyorsunuz?” demekten kendini alamadı.
Bunun üzerine İmam, işten anlayan birini çağırttı. Gelen kişi, fiyatı beş yüz dirhem olarak belirledi ve İmâm-ı Âzam onu bu fiyattan satın aldı. (İbn-i Hacer el-Heytemî, Hayrâtu’l-Hisân, s. 44)
İmam Sürçerse!..
Bir gün Ebû Hanîfe Hazretleri çamurda yürüyen bir delikanlıya rastlamıştı. Ona merhamet ve şefkatle tebessüm ederek;
“–Evlâdım, dikkat et de düşmeyesin!” dedi.
Delikanlı da, zekâ ve basîret parlayan gözleriyle İmâm’a döndü ve kendisinden pek de beklenmeyecek şu ibretli mukabelede bulundu:
“–Ey İmam! Benim düşmem basittir, düşersem yalnız ben zarar görürüm. Fakat asıl siz dikkatli olunuz. Zira eğer sizin ayağınız kayacak olursa, size tâbî olup peşinizden gidenlerin de ayağı kayar ve düşerler ki, bunların hepsini kaldırmak da oldukça zordur.”
Delikanlının sözlerine hayran kalan İmam, ağlamaya başladı ve talebelerine şöyle dedi:
“–Şayet bir meselede size daha kuvvetli bir delil ulaşırsa, o hususta bana tâbî olmayınız. İslâm’da kemâlin alâmeti budur. Bana olan sevgi ve bağlılığınız da ancak bu şekilde ortaya çıkar...” (Hâşiyetü İbn-i Âbidîn, I, 217-219, Dımaşk, 2000)
Sarığı Eğrilmedi
Ebû Hanîfe Hazretleri, bâtıl karşısında istikameti kaybetmeme ve eğrilmeme imtihanından muvaffakiyetle geçmiştir.
Abbâsî halîfesi Ebû Câfer Mansur, İmâm-ı Âzam’ın ilmî ve mânevî otoritesini istismâr etmek için, onu Bağdat Kadılığı makamına getirmek istedi. Bu mevki, sultandan sonra gelen büyük bir makamdı.
Lâkin Ebû Hanîfe Hazretleri bu teklifi reddetti. Zindana atıldı, işkenceler gördü fakat yine de makam-mevki karşısında da, zulümler karşısında da eğrilmedi, istikametini kaybetmedi. Başındaki sarığı dâimâ lekesiz ve dimdik oldu.
Annem Duymasın!
Hapishânedeyken bile o, içinde bulunduğu hâlin derdinden ziyâde yüce prensip ve hukukun derdindeydi.
Öyle ki bu durumunun anne yüreğinde açacağı yarayı bile hesap edip demişti ki:
“–Zindanın ağırlığı beni incitmez. Buradaki kırbaçlara da dayanırım.
Fakat;
Sakın annem bu hâlimi duymasın.
Onun üzülmesine asla tahammül edemem.”
Kıyl ü Kāl
Bir gün, Hak dostlarından İbrahim bin Edhem’in yolu İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri’ne uğramıştı. Ebû Hanîfe’nin etrafındaki bazı talebeler, İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne küçümseyen, garipseyen gözlerle baktılar. İmâm-ı Âzam Hazretleri onların bu hâlini sezdi ve İbrahim bin Edhem’e büyük bir hürmetle;
“–Buyurun efendimiz, meclisimize şeref veriniz!” diye seslendi.
İbrahim bin Edhem, mahcup bir edâ ile selâm verip oradan ayrıldı.
Talebeler, dünya çapında zirve bir hukukçu olan Ebû Hanîfe’nin, bir dervişe gösterdiği ihtiram ve iltifâta şaşırdılar.
İbrahim bin Edhem Hazretleri oradan ayrıldıktan sonra talebeler İmâm-ı Âzam’a şöyle sordular:
“–Bu zât, sizlerle kıyas edildiğinde efendilik ve büyüklük sıfatına ne bakımdan lâyıktır?
Sizin gibi bir zât ona nasıl; «Efendimiz!..» der?”
İlmini irfân ile mezcetmiş olan o büyük İmam, kendisinin yüksek tevâzuunu da ifade eden şu muhteşem cevabı verdi:
“–O, dâimî bir sûrette Allah Teâlâ ile meşgul, biz ise işin kıyl u kāliyle...” (Hücvîrî, Keşfü’l-Mahcûb, s. 126)