Yine Ukbe bin Âmir’in (r.a.) kâtibi şöyle anlatır:
“Ukbe’ye (r.a.):
«–Komşularımızdan bazılarının içki içtiğini fark ettim, zâbıtayı çağırayım da onları yakalasın.» dedim. Bana:
«–Öyle yapma, onlara önce nasihat et ve îkazda bulun!» dedi.
Ben de dediği gibi yaptım lâkin vazgeçmediler. Bunun üzerine Ukbe’ye (r.a.):
«–Onlara nasihat ettim fakat bırakmadılar, zâbıtayı çağıracağım.» dedim.
Ukbe (r.a.):
«–Yazıklar olsun sana! Öyle yapma! Çünkü ben Resûlullah’ın;
“Kim bir mü’minin ayıp ve kusurunu örterse, sanki diri diri toprağa gömülmüş bir kız çocuğunu kabrinden çıkararak kurtarmış, ihyâ etmiş gibi olur.” buyurduğunu işittim.» dedi.” (Ahmed, IV, 153)
YALAN NEDİR?
Yalan söylemek, kişiyi Cehennem’e sürükleyen vasıfların başta gelenlerinden biridir.
Nitekim bir gün Resûlullah Efendimiz:
“–Yalan yemin ile bir Müslümanın hakkını alan kimseye Allah Cennet’i haram eder ve Cehennem’i farz kılar.” buyurmuştu.
“–Az bir şey olsa da mı yâ Resûlâllah?” diye soruldu.
Resûlullah Efendimiz:
“–Erak ağacından bir çubuk bile olsa!” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı. (Müslim, Îmân, 218; Muvatta, Akdiye, 11)
Yine Efendimiz diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır:
“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk, hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de Cennet’e iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (dosdoğru kimse) diye kaydedilir.
Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûra) sürükler. Fücûr da Cehennem’e götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında kezzâb (çok yalancı kimse) diye yazılır.” (Buhârî, Edeb, 69)
Mâlum olduğu üzere yalan, dile ait bir âfettir. Dil ise, insanın bütün uzuvlarına ve amellerine tesir eden kalbin sözcüsü durumundadır. Dolayısıyla yalan söylememek hususunda diline hâkim olabilen kişi, kendisini hadîs-i şerîflerde haber verilen kötü âkıbetten büyük ölçüde korumuş demektir.
- Ağzından Çıkan Her Sözü Yazan Melek
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah amellerinizi sâlih hâle getirsin ve günahlarınızı bağışlasın...” (el-Ahzâb, 70-71)
Ayrıca mü’min, ağzından çıkan her sözün melekler tarafından kayda geçirildiğini unutmayıp yalan sözden şiddetle sakınmalıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kāf, 18)
- Yalan Söylemenin Ahiretteki Cezası
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz de, yalan beyanda bulunmanın, kulu âhirette dûçâr edeceği âkıbete dâir şöyle buyurmuşlardır:
“Kim görmediği bir rüyayı gördüm deyip anlatırsa, âhirette yerine getirmesi mümkün olmayan bir işe, iki arpa tanesini birbirine düğümleme cezasına çarptırılır…
Kim de herhangi bir canlının resim (ve heykelini) yaparsa, o da kıyâmette, yapamayacağı hâlde, «haydi buna can ver» diye zorlanarak azâb edilir.” (Buhârî, Tâbîr, 45)
GIYBET NEDİR?
Gıybet, bir müslümanın diğer bir müslüman kardeşinin gıyâbında konuşarak, duyduğunda üzüleceği veya utanacağı bir kusurundan bahsetmesidir. Allah Teâlâ, insanoğlunun izzet ve haysiyetine öyle büyük bir değer vermektedir ki, onun kusurlarının gıyâbında söylenerek şerefinin zedelenmesini, dînen çok ağır bir suç olarak îlân etmektedir. Bu keyfiyet, rahmeti gazabına gâlip olan Rabbimiz’in, günahkâr ve kusurlu kullarını dahî koruyup himâye ettiğini göstermektedir.
- Gıybetin Men Edilme Sebebi
Bununla birlikte gıybetin men edilme sebebi, sadece Cenâb-ı Hakk’ın “günahkâr bir kulunun bile hakkını muhafaza edip ona sahip çıkma” arzusundan ibâret değildir. Bunun bir sebebi de gıybetin, toplum hayatındaki sulh ve sükûn ile kardeşlik duygularını zedeleyici bir rol oynamasıdır.
Gerçekten de gıybet, İslâm kardeşliğini bozan, ictimâî nizâmı altüst eden, birlik ve beraberlik rûhunu yok ederek kalplere kin ve husûmet saçan büyük günahlardan biridir. Böyle olmakla beraber birçok kimse, câhilâne bir düşünceye kapılarak, söylediklerinin gerçek olmasıyla kendini avutur. Hâlbuki gıybet, zâten mevcut olan bir kusurun söylenmesidir. Olmayan bir kusurun var olduğunu söylemek ise iftiradır. Bunu göz ardı ederek, gıybet eden kişinin, sözlerinin doğru olmasıyla tesellî bulması ve yaptığı yanlışı savunması, ancak cürmünün vebâlini artıran derin bir gaflet tezâhürüdür.
- Gıybet Ne Demek?
Nitekim Resûlullah Efendimiz bir gün:
“–Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye sormuştu. Ashâb-ı kirâm:
“–Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” dediler. Hazret-i Peygamber:
“–Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır.” buyurdu.
“–Söylenen ayıp, eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu. Efendimiz:
“–Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa ona iftira ettin demektir.” buyurdu. (Müslim, Birr, 70; Ebû Dâvûd, Edeb, 40/4874)
- Ölmüş Kardeşinin Etini Yemek
Cenâb-ı Hak, ağır bir kul hakkı olan gıybetten titizlikle sakınmamız için şöyle buyurmaktadır:
“…Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette bundan tiksinirsiniz. O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (el-Hucurât, 12)
Âyet-i kerîmede gıybetin; “ölmüş kardeşinin etini yemek” şeklinde tasvîr edilmesi, bu cürmün ne kadar ağır olduğunu çok açık bir sûrette ortaya koymaktadır. Bir insanın eti, diriyken dahî murdar ve haramdır. Ölmüş kardeşinin kokuşmuş etini, üstelik bir de severek yiyebilmek, ne kadar dehşetli bir aklî, kalbî ve ahlâkî bozulmaya işaret etmektedir.
Gıybet, ağır bir kul hakkıdır. Bir din kardeşinin dedikodusunu yapan, gidip ondan helâllik istemelidir. Üstelik bunu isterken de ona bütün samimiyetiyle; “Ben senin hakkında şöyle şöyle dedim, yanımda şunlar şunlar vardı…” diye açıkça îtirâf etmesi îcâb eder. Hattâ yaptığı gıybet, şayet bir fitneye sebebiyet vermişse, bol bol istiğfâr etmesi, sadakalar vermesi, Cenâb-ı Hakk’a nedâmetle yalvarıp af dilemesi îcâb eder.
Yani gıybet, telâfisi son derece zor olan kul haklarından biridir. Dolayısıyla dile sahip çıkıp onu böyle bir günaha hiç bulaştırmamak, en selâmetli yoldur.