Allah (c.c.) insanı yarattıktan sonra dünyada insanın hayatını sürdürmesi için ona mülkünden mal vermiştir. İnsan bu malı elde etmek için ticari, zirai vb gibi şekillerde çalışıp gayret sarf eder. Miras da insanın mal edinme sebeplerinden biridir.

Miras, vefat eden kimsenin geride bıraktığı mallarda hakkı olan şahıslar ile her birinin payını ve bu paylarla ilgili hesap şekillerini  gösteren hüküm ve kaidelere denir. (Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yay.)

İslam, inanç, ibadet ve ahlak açısından hükümleri düzenlediği gibi miras hukukunu da bir düzenleme getirmiştir. İslam öncesi dönemde kadın ve çocuklara miras verilmemekteydi. Bunun sebebi de bu her iki grubun savaşa katılmaması ve yağmacılık yapamamasıdır. Bunun yanında Cahiliye dönemi Arap toplumunda, kadınlar miras alamıyordu. Hatta kadınlar bir eşya gibi ölünün mirasçılarına intikal ediyordu. Sadece eli silâh tutan, vatanı muhafaza eden büyük erkekler mirasçı olurdu. Ölenin malı en yakınlarından erkek olup harp edebilecek yaşta bulunanlara düşerdi. Bununla beraber Medine’deki uygulamada da, sadece bûluğ çağına ermiş erkekler babalarının mirasçısı olabiliyor, küçük kız ve erkek kardeşleri, hattâ anneleri mirasçı olamıyordu

İslam, hak ve hukuka uygun olmayan Arapların bu örfi miras uygulamasını uygun görmeyip bir düzenleme getirmiştir. Şöyle ki, anne ve baba veya ikisinden biri vefat edip geriye bıraktıkları mirastan çocuk ve kadınların paylarının olduğunu ifade etmektedir. Nitekim canlı olarak yeni doğan çocuğun mirasta haklarının bulunduğunu bildirmiştir.

İslam, kişinin mal hakkını koruma altına almıştır. Bu sebeple miras da malî bir hak olup kadınların bu hakta payının olduğunun Kur’an-ı Kerim’de Nisâ sûresine bakıldığında net bir şekilde ifade edildiği görülmektedir. Söz konusu ayet-i kerimde Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır “Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere pay vardır; yine ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından kadınlara da pay vardır; azından çoğundan, belli pay.” (Nisa, 4/7)

Miras ile ilgili Nisâ sûresinde geçen diğer ayetlerde miras bırakılan maldan kadınların, hak sahibi olan kişilerin sayılarına göre ne kadar alacağı açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu sebeple miras bırakılan maldan kadınların, az veya çok olsun hakları olduğu anlaşılmaktadır.

Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sa`d İbni Ebû Vakkâs (r.a.) şöyle dedi: Vedâ Haccı yılında (Mekke’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Resûlullah (s.a.s.) ziyaretime geldi. Ona: Yâ Resûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? Diye sordum. Hz. Peygamber: “Hayır”, dedi. Yarısını dağıtayım mı? Dedim. Yine: “Hayır”, dedi. Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Resûlallah? Diye sordum. “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızasını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükafatını alacaksın” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6) Bu hadis-i şeriften anlaşıldığı üzere Müslüman’ın mallarını çocuklarına miras bırakmasının ve onları zengin bir şekilde bırakmasının daha hayırlı olduğu görülmektedir. Ayrıca söz konusu sahabe-i kiramın kız çocuğundan başka mirasçısın  olmadığı ve vefatından sonra malların miras olarak tek mirasçısı olan kız çocuğuna bırakılması ifade etmektedir.  

Uhud Harbi’nde şehit düşen Sa’d b. Rebi’nin (r.a.) eşi, iki kızıyla birlikte Resulüllah’ın (s.a.s.) huzuruna gelmiş ve şöyle demiştir: “Ya Resûlallah! Şunlar Sa’d’ın kızlarıdır. Babaları Uhud savaşında’nde şehit edildi. Şimdi ise amcaları mallarını almış kendilerine bir şey bırakmamıştır. Hâlbuki bu kızcağızlar, malsız evlenemeyeceklerdir.” Allah Resûlü (s.a.s.) kadının bu şikâyetini dinledi ve “Allah bu mesele hakkında hükmünü bildirecektir.” dedi. ( Davud, feraiz 4; İbn Mace, feraiz 2.)  üzerine miras âyeti nazil oldu.

Böylece İslâm, kadın ve çocukları mirastan mahrum bırakma gibi bir mağduriyetten kurtarmış, ona da erkekle birlikte sosyal ve hukukî bir şahsiyet bahşetmiştir.

Günümüz toplumunda, istisnai durumlar dışında, miras almanın sadece erkeklere ait olduğu ve meşru olmayan çeşitli sebeplerle kadınların bu haktan mahrum edildiği görülmektedir. Kadına mirastan hak ettiği pay verilmediğinde kul hakkını çiğneme olarak görülmektedir. Nitekim İslam kul hakkına riayet edilmesini ifade etmiştir. Kadınlara mirastan hakkı verilmediğinde kul hakkına girilmiş olur. Hz. Peygamber (s.a.s.) ahirette manevi açıdan iflas eden gruptan birisinin de “... falan kişinin malını haksızca almış ve onu mağdur eden kimse...” olduğunu ifade etmiştir. (Müslim, Birr 59)

Netice olarak, İslam göre kadın ekonomik ve mali haklar açısından bir birey olarak görülmekte olup bağımsız iktisadi imkana sahip olabilmektedir. İslam öncesi cahiliye dönemde kadına verilmeyen miras hakkı İslam dönemde verilmeye başlanmıştır. Hatta Kur’an’da bu husus detay bir şekilde ifade edilmiş olup ona önem verilmiştir. Bu sebeple vahyin aydınlığında hareket eden ve sünnetin rehberliğinde İslami bir hayat yaşamaya çalışan İslam toplumunun Müslüman bireylerin, kadınların mirastaki haklarının verilmesi hususunda gerekli hassasiyeti göstermesi uygun bir davranış olacaktır. Hakkın da teslimi olacaktır.

İslam tarihinde önemli bir dönüm noktası olan hicret olayının yıldönümü olan hicri yılbaşımız mübarek ve hayırlara vesile olsun.

Cumamız mübarek olsun