Hz. Ebûbekir diyor ki: “Biz mağarada iken müşriklerin ayaklarını görüyordum: «–Ey Allâh’ın Resûlü, onlar ayaklarının aşağısına bir bakacak olsa bizi mutlakâ görür[1]ler!» dedim. Bunun üzerine: «–Ey Ebûbekir! Üçüncüleri Allâh olan iki kişi hakkında ne endişeleniyorsun?» buyurdu. (Buhârî, Fedâilü’l-Ashâb, 2, Menâkıb, 45; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 1) Sevr Mağarası’nın Önemi Nedir? Mekke’deki on üç yıllık teblîğ ve irşâd mücâhedesinden sonra, Allâh Resûlü’ne ikinci bir mağara olarak gösterilen Sevr, Hirâ’dan farklı bir mânevî tedrîs mekânı idi.[8] Orası, ilâhî esrâr ve kudret akışlarını müşâhede etmek, insan ve kâinât kitâbındaki hikmetleri okumak içindi. İlâhî esrâra gark olma ve kalbi inkişâf ettirme dersânesi idi. Buradaki misâfirlik, üç gün, üç gece sürdü. Yalnız değildi. Arkadaşı, peygamberler¬den sonra insanların en üstün ve kıymetlisi olan Hz. Ebûbekir idi. Hz. Ebûbekir, O’nunla mağarada üç gün arkadaşlık yapma şeref, izzet ve fazîletine ermiş, “ikinin ikin¬cisi” olmuştu. Varlık Nûru, bu azîz arkadaşına: “…Mahzûn olma; Allâh bizimle berâberdir!..” (et-Tevbe, 40) buyurmakla, aynı zamanda Allâh ile berâber olma (maiyyet) sırrını telkîn ediyordu. Bu, gizli zikir tâlîminin ilk baş¬langıcı ve gönüllerin Allâh’a açılarak itmi’nâna ermesiydi. Yâni Sevr Mağarası, kulu sonsuz esrâr fezâsından, vâsıl-ı ilallâh kılacak temel kalbî eğitimin başlangıç mekânı ve bu ilâhî yolculuğun ilk merhalesi olmuştur. Hz. Peygamber’in nûr menbaı olan kalp âlemindeki esrârı ümmetine fâş etmesi, ilk defâ Hz. Ebûbekir ile bu mağarada başlamış, kıyâmete kadar devâm edecek Altın Silsile’nin ilk halkası oluşmuştur. Îman, gücünü Hazret-i Peygamber’e muhabbetten almıştır. Bütün ulvî yolculukların temel sâikı, O’na olan muhabbettir ve Hakk’a vuslatın yegâne yolu, O’na muhabbet ile noktalan¬mıştır. Çünkü sevginin şartı, aşkın kânunu, sevilen kişiye duyulan muhabbet ve o aşktan dolayı o kişinin sevdiği şeyleri de sevmektir. Muhabbetin taze tutulması da mânevî râbıta ile mümkündür.[9] İlâhî muhabbeti, ham ve sığ bir idrâk ile kavrayabilmek mümkün değildir. Hz. Ebûbekr’in Peygamber Efendimiz’le kalbî râbıtasını ifâde eden şu hâdisenin, her gönle kendi ufku ve istî¬dâdı ölçüsünde bir tesir bırakacağı kanaatindeyiz: Hz. Ebûbekir, Resûlullâh ile her sohbetinde apayrı bir zevk ve lezzetle mütelezziz olurlar, esrâr-ı nübüvvetin en samîmî mahremi olduklarından, müstesnâ tecellîlere nâil olarak yanlarında iken bile Allâh Resûlü’ne hasret içinde kalırlardı. Nitekim Hz. Peygamber’in: “−Ebûbekir’in malından istifâde ettiğim kadar başka hiçbir kimsenin malından fayda¬lanmadım...” ifâdesi karşısında, Hz. Ebûbekir gözyaşları içinde: “−Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz yâ Resûlallâh?!.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11) demek sûretiyle kendisini her şeyiyle berâber Hz. Peygamber’e adadığını ve O’nda fânî olduğunu göstermiştir. (Bu mânevî makâm, ta¬savvufta “Fenâ fi’r-Resûl” olarak ifâde edilmektedir.) Yılan Hikâyesi Sevr Mağarası’nda Allâh Resûlü, bir ara mübârek başla¬rını Hz. Ebûbekir’in dizlerine koyup hafif bir uykuya dalmışlardı. O esnâda Hz. Ebûbekir, mağarada kendilerine çok yakın bir yerde küçük bir delik gördü. Herhangi bir zararlı haşerâtın çıkıp da Hz. Peygamber’i incitmemesi için hemen ayağını Allâh Resûlü’nü uyandırmadan o deliğin üzerine koydu. İmtihân-ı ilâhî, gerçekten bir müddet sonra düşüncesinde haklı çıktı. Zîrâ bir yılan, Hz. Ebûbekir’in ayağını şiddetli bir şekilde ısırdı ve zehrini akıttı. O büyük sahâbî¬nin canı o kadar yandı ki, Resûlullâh uyanmasın diye hiç kı¬pırdamadıysa da, gözlerinden düşen birkaç damlaya mânî olamadı. Öyle ki, bu damlalar¬dan bir tanesi Allâh Resûlü’nün vech[1]i mübâreklerine düştü. Bunun üzerine uyanan Hz. Peygamber: “–Ne var yâ Ebûbekir? Ne oldu?” diye sordu. Hz. Ebûbekir: “–Bir şey yok yâ Resûlallâh!” dediyse de, Resûlullâh’ın ısrârı üzerine meseleyi anlatmak zorunda kaldı. (Beyhakî, Delâil, II, 477; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 223) Allâh Resûlü, hemen mübârek tükrüklerini yılanın ısırdığı yere parmaklarıyla sürdüler. Allâh’ın lutfuyla daha o anda Hz. Ebûbekir’in acı ve ıztırâbı dindi, yarası şifâ buldu. Zayıf bir rivâyete göre bu hâdise dolayısıyla Allâh Resûlü, yılana sordu: “–Bu işi niçin yaptın?” Yılan da şöyle dedi: “–Yâ Resûlallâh! Ben yıllardır Sizi görmenin hasreti ile şu küçük delikte bekler du¬rurdum. Tam arzuma nâil olacağım sırada, Sizi görebilme yolumun kapanmış olduğunu gördüm. Ancak muhabbetimin galebesine dayanamayarak onu kapatanı engellemek için ısırmak zorunda kaldım.” Bu hakîkati aksettiren diğer bir misâl de Hz. Ömer’in hilâfetinde vukû bulmuştur. Şöyle ki: Rivâyete göre Bizans imparatoru, bir iyi niyet nişânesi olarak Hz. Ömer’e düşmanlarını bertaraf etmekte faydalı olabilecek çok kuvvetli bir zehir gönderir. Hayatları Rum entrika¬larıyla geçen Bizans imparatorları için çok tabiî olan bu işe, Hz. Ömer iltifat etmez. Onu getiren elçinin önünde zehir şişesini ellerine alır ve sâdece bir besmele çekerek olduğu gibi içer. Zehrin hiçbir tesiri görülmez.[10] Bu hâdiseler, yâni Allâh’ın izni ile zehrin zararından mahfûz olabilmek, ancak Allâh Resûlü’nün kalp âleminden nasîb alarak O’nunla aynîleşmiş müstesnâ kullara âit bir keyfiyettir. Hz. Ömer halîfeliği zamânında bâzılarının kendisini H. Ebûbekir’e üstün tutar biçimde konuştuklarını işitince: “−Vallâhi, Ebûbekir’in o gecesi, Ömer’in bütün hânedânından daha hayırlıdır! Yine Ebûbekir’in o günü, Ömer’in bütün hanedânından daha hayırlıdır! Resûlullâh mağaraya gitmek için evden çıktığı zaman, Ebûbekir O’nun yanında idi.” demiştir. (Hâkim, III, 7/4268) Peygamberimiz Sevr Mağarası’nda Kaç Gün Kaldı? Sevr Mağarası’nda misâfir kaldıkları zaman zarfında Hz. Ebûbekir’in kızı Esmâ yemek getirir; oğlu Abdullâh ise babasının emri üzerine her gece mağarada onların yanında geceler, seher vakti yanlarından ayrılır, sanki Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş müşrikleriyle sabahlardı. Son derece zekî ve kâbiliyetli bir genç olan Abdullâh, gündüz de Kureyş müşriklerinin arasında bulunur, Peygamber Efendimiz hakkında söylenen şeyleri dinler, kurulan hîle ve tuzakları Varlık Nûru’na haber verirdi. Hz. Ebûbekr’in âzatlısı Âmir bin Füheyre de Ebûbekir’e âit davarları, Mekkelilerin çobanlarıyla birlikte yayardı. Sabahleyin onlarla birlikte çıkar, akşam dönüşünde ise davarlarının yürüyüşünü ağırlaştırıp çobanlardan geride kalır, gece karanlığı basınca, davarlarıyla birlikte Sevr Mağarası’na dönerdi. Peygamberimiz ve azîz dostu, ihtiyaçları olan sütü bu koyunları sağarak alırlardı. Sabahleyin erkenden Mekke’ye dönen Abdullâh’ın ayak izlerini de davarların izleriyle siler, belirsiz hâle getirirdi.[11]