Nitekim Ebû Mûsâ radıyallâhu anh:
“Rivâyet edilen herhangi bir hadiste bir müşkülât görürsek onu Âişe’ye sorardık. Mutlaka onda bunun bir açıklamasını bulurduk.” demiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 62)
Yine talebelerinden Kûfe fakîhi Mesrûk’un söylediğine göre, ashâbın büyükleri, ferâize dâir meseleleri hep ondan sorarlardı… Tâbiîn devrinin birçok hukukçusu, yüksek seviyedeki hukuk bilgisinden faydalanmak üzere kendisiyle ilmî istişârelerde bulunmuşlardır. İslâm hukuku sahasındaki görüşleri, yeğenleri Kâsım, Urve ve diğer talebeleri tarafından nakledilmiştir.[1]
Ayrıca Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Hazret-i Âişe radıyallâhu anhâ Vâlidemiz ile izdivâcı sâyesinde, dostluğu çok eskilere dayanan Hazret-i Ebûbekir radıyallâhu anh ile bir de akrabalık bağı tesis ederek yakınlığını perçinlemiştir.
Aynı minvâl üzere Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, Hazret-i Ömer’in kızı Hazret-i Hafsa radıyallâhu anhâ ile hicrî üçüncü senede vukû bulan evliliğinde de bu akrabalık bağını gözetmiştir.
Hazret-i Ömer radıyallâhu anh, kocası Bedir’de yaralanıp sonra da şehîd olan kızı Hafsa’yı, sırasıyla Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Osman’la nikâhlamak istemiş, fakat onların bu teklifi karşılıksız bırakmaları üzerine, çok mahzun olmuştu. Nihâyet hicretin üçüncü senesinde Peygamber Efendimiz, Hazret-i Hafsa’yla evlendi. Ve bu evlilik, eski dostların arasını da düzeltmiş oldu.
Peygamber Efendimiz’in hicrî beşinci senede vukû bulan Hazret-i Zeyneb radıyallâhu anhâ ile izdivâcı ise en çok tartışılan, fakat pek çok hikmetleri bulunan bir evliliktir. Zira Peygamber Efendimiz, halasının kızı olan Zeyneb’i, -onun çok fazla gönlü olmamasına rağmen- âzatlı kölesi ve evlâtlığı Zeyd ile evlendirmiş ve böylece “zengin-fakir, asîl-köle” ayrımına son verdiğini, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu, en yakınları vâsıtasıyla îlân etmiştir.
Daha sonra bu evlilik, Zeyneb Vâlidemiz’in ve akrabâlarının ısrarlı muhâlefetleriyle dayanılmaz bir hâle gelmiştir. Kocası Zeyd radıyallâhu anh’ın Allah Rasûlü’ne yaptığı boşanma mürâcaatları da sonuçsuz kalmıştır. Ancak Zeyd radıyallâhu anh bu hâle dayanamayarak, sonunda Zeyneb radıyallâhu anhâ’yı boşamıştır.
Müteâkip günlerde nâzil olan âyetlerle, halasının kızı Zeyneb’le Peygamber Efendimiz’in evlenmesi, Allah tarafından emredilmiştir. Böylece Peygamber Efendimiz, câhiliye devrinin, “evlâtlığın eski hanımı ile evlenme yasağı”nı bu tatbikâtıyla fiilen ortadan kaldırmış ve “öz evlât” ile “evlâtlık”ın birbirinden farklı olduğunu açıkça ilân etmiştir.
Bu hâdise, “fiilî kıstas” prensibini gâyet iyi anlamamızı sağlar. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, sınıf farkını kaldırmak için en yakınındaki Zeyd ile halasının kızı Zeyneb’i seçmiştir. Evlâtlık (tebennî) müessesesinin kaldırılması üzerine, bu noktadaki fıkhî düzenlemeyi de bizzat Efendimiz tatbik etmekle emrolunmuştur.
Bu husustaki âyette, münâfıkların üreteceği asılsız iddiâlardan ve onların zayıf mü’minlere verebileceği mânevî zarardan Peygamber Efendimiz’in ne kadar endişelendiği bildirilmektedir.
Buna rağmen hâdise hakkında; “Hazret-i Peygamber, Zeyneb’in güzelliğine hayran kalıp da onunla evlenmiştir.” şeklinde ileri geri ve cür’etkâr bir tavırla konuşanlar, şu hususları kasten görmezden gelmektedirler:
Birincisi; Hazret-i Zeyneb, Peygamber Efendimiz’in halasının kızıdır. Çocukluğundan beri onu defalarca görmüştür.
İkincisi; Peygamber Efendimiz, Zeyd ile evlendirmeden önce evlilik teklif etse, Zeyneb Vâlidemiz bunu seve seve kabûl ederdi ve evlenmesine de herhangi bir mânî yoktu. Fakat Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, onu bizzat kendisi başka birisiyle evlendirmiş ve Zeyd’in boşanma taleplerini de defalarca reddetmiştir.
Kısacası, bütün bu hâdiseler olacaktı ki İslâm hukûkunun bazı kâideleri Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hayatındaki tatbikâtıyla teessüs etsin ve bunlara dâir şer’î bir mesned meydana gelsin.
Peygamber Efendimiz’in Hayber’deki yahudî liderinin kızı Safiyye Vâlidemiz ile evliliği ise Yahudîlerle mevcut münâsebetleri -bir sıhriyet tesis etmek sûretiyle- düzeltmek içindir. Hicrî yedinci senede vukû bulan bu evlilik de siyâsî bir gâyeye mâtuftur.[2]
Yine bir kabîle reisinin kızı olan Cüveyriye radıyallâhu anhâ ile izdivâcı da binlerce harp esirinin aynı anda hürriyete kavuşmasına ve hemen ardından hidâyetle şereflenmesine vesîle olmuştur.[3]
Allah Rasûlü’nün Ebû Süfyân’ın kızı Ümmü Habîbe ile evliliğinde ise bu cefâkâr mü’minenin taltîf edilmesi söz konusudur. Zira Ümmü Habîbe radıyallâhu anhâ, kocası Habeşistan’da irtidâd ettiği ve kendisi çok müşkül durumda kaldığı hâlde, îmânını muhafaza etmiş ve o sırada Mekke’nin lideri olan babası Ebû Süfyân’a, îman hassâsiyeti ve vakârından dolayı mürâcaat etmemişti. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem kendisiyle evlenerek, onu himâyesiz bir hâlde ortada kalmaktan kurtarmıştı. Aynı zamanda bu evlilik sebebiyle, Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasındaki düşmanlık da azalmıştı.[4]
Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, şayet şehevî arzuları için evlenmiş olsaydı, Medîne’de Muhâcirler ile Ensârın yetişmiş ve çok güzel kızları vardı. Herhangi bir Müslüman, kızını Hazret-i Peygamber’e vermeyi büyük bir şeref sayar, kızlar da “Peygamber zevcesi” ve “mü’minlerin annesi” olmaya can atarlardı. Fakat Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bu yola hiç mürâcaat etmemiştir.
İşte bütün bu ve benzeri birçok dînî, ahlâkî, içtimâî ve siyâsî sebeplerle ve bilhassa İslâm hukûkunda kadınları ilgilendiren hususlarda kâfî derecede bilgili, tecrübeli, yetişmiş insana olan ihtiyaç sebebiyle, Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem, Cenâb-ı Hakk’ın izni ve emriyle birden çok hanımla evlenmiştir.
Zira bazı fıkhî meselelerde yalnız bir kadının kanaati kâfî gelmeyebilirdi. Bütün iklim, zaman ve mekânları içine alacak olan İslâm’ın, kadın ve âile ile alâkalı hukuk anlayışı, bir kişiden tam mânâsıyla bize kadar intikâl edemeyebilirdi. Üstelik o hanımın, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’den önce vefât etmeyeceği hususunda da kimse teminat veremezdi. Bu ise, İslâm’da kadınlara dâir hükümlerin tam mânâsıyla teşekkül edememiş olması mânâsına gelirdi.
Pek çok mesele vardır ki, hanımlar bunu erkeklere sormaktan utanıp çekinirler. Fakat bir hanım, aynı meseleyi bir başka hanıma rahatlıkla açabilir. Bu sebeple İslâm cemiyetinin her zaman, yetişmiş, bilgili, Müslüman hanımlara ihtiyacı vardır. Acaba bu hususlarda, Peygamber aleyhisselâm ile birlikte yaşamış, meseleleri bizzat O’ndan öğrenmiş ve O’nun iltifatkâr nazarlarına muhâtap olmuş zevcelerinden daha bilgili ve tecrübeli bir kadın düşünülebilir mi?
Bütün bunların ötesinde, onların tamamı, yaşadıkları zühd ve takvâ hayatlarıyla da bizlere ve âile efrâdımıza en güzel örnek olmuşlardır.