“İsrâiloğulları arasında zulüm yaygınlaştığı dönemlerde, bir kimse diğerini günah işlerken görünce evvelâ onu bu yaptığından nehyederdi. Fakat ertesi gün o adamı aynı vaziyette gördüğü hâlde onunla oturup kalkabilmek ve yiyip içebilmek (menfaat sağlayabilmek) için kötülükten sakındırmaz, îkazda bulunmazdı…” (Tirmizî, Tefsîr, 5/6, 7; İbn-i Mâce, Fiten, 20; Ebû Dâvûd, Melâhim, 17/4336)
Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur:
“Allah Teâlâ bir kavme azap gönderdiği vakit, o azap, orada bulunanların hepsine erişir. Sonra da herkes amellerine göre yeniden diriltilir.” (Buhârî, Fiten, 19; Müslim, Cennet, 84)
Günah ve isyanları bertarâf etmek için son nefese kadar çalışıp da bütün maddî ve mânevî gayretlerine rağmen fitneye mânî olamayanlar, Allah katında mâzur sayılırlar. Bununla birlikte o zâlim ve gâfillerin içinde bulunup onlara yakınlık gösterdiklerinden ve onlarla komşuluk ettiklerinden dolayı dünya hayâtında aynı musîbete uğramaları da muhtemeldir. Böyle kişiler, âhiret hayâtında ecir alırlarsa da dünyada sıkıntı çekerler ve bunların çektikleri sıkıntı, o sıkıntıya sebep olan zâlimlerin azâbını artırır.
İYİ İNSANLAR DA HELAK OLUR MU?
Zeyneb bint-i Cahş -radıyallâhu anhâ- şöyle rivâyet etmektedir:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, birgün korkudan titreyerek yanıma geldi ve:
“–Allah’tan başka ilâh yoktur. Yaklaşan şerden dolayı vay Arabın hâline! Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinden şu kadar yer açıldı.” buyurarak baş parmağı ile şehâdet parmağını birleştirip halka yaptı. Bunun üzerine ben:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! İçimizde iyiler de olduğu hâlde helâk olur muyuz?” diye sorunca, Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet.” buyurdu. (Buhârî, Fiten 4, 28, Enbiyâ 7, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 1. Bkz. Ebû Dâvûd, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 23; İbn-i Mâce, Fiten 9)
Demek ki toplumdaki iyiler de, kötülere göz yumup ses çıkarmadıkları ve onları îkâz etmek için kâfî derecede gayret göstermedikleri takdirde, cezâya müstehak olmaktadırlar. Bu hakîkati Rasûl-i Ekrem Efendimiz, hadîs-i şerîflerinde şöyle ifâde buyurmuştur:
“İnsanlar fenâlıkları görüp de onu değiştirmeye çalışmazlarsa, çok geçmeden Allah Teâlâ onların başına umûmî bir belâ verir.” (İbn-i Mâce, Fiten, 20)
“Canımı kudret elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra Allâh’a yalvarıp duâ edersiniz, fakat duânız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten, 9/2169)
İnsanlık târihi, îman ve ahlâk yolundan sapmış azgınlar üzerine inen nice ilâhî azap tecellîlerine şâhid olmuştur. Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin kibirli halkı; peygamberlerle mücâdele eden, kendisinin tanrı olduğunu iddiâ eden ve sonunda Kızıldeniz'in girdaplarında boğulan Firavun; bir sineğin mağlûb ettiği Nemrut; yaşayışları hayvanlardan daha aşağı olan Lût kavminin, hayâdan yoksun, ahlâksız ve edepsiz insanları ve daha nice zâlimler, hep günah ve isyanlarında ısrar ettikleri için acıklı bir âkıbetle helâk edilmişlerdir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Onlara, kendilerinden evvelkilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrâhim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri, onlara apaçık mûcizeler getirmişti. Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” (et-Tevbe, 70)
Başlarına gelen felâketler, kendi günahlarının acı neticeleriydi. Yaptıkları hatâ ve isyanlar sebebiyle, hem dünya hem de âhiret hayatlarını perişan etmişlerdi.
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat zuhûr etti, düzen bozuldu. Bu, belki (tuttukları kötü yoldan) dönerler diye Allâh’ın onlara, yaptıkları şeylerin bâzı kötü neticelerini tattırması içindir.” (er-Rûm, 41)
“Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah, (günahlarınızın) çoğunu da affediyor.” (eş-Şûrâ, 30)
Rabbimiz, biz kullarına ne kadar da merhametli! Doğru yoldan saparak günahlara dalan kullarını îkâz etmek için bâzı dünyevî cezâlarla muhtelif îkazlarda bulunması, aslında O’nun engin merhametinin bir tezâhürüdür. Zîrâ âhiretteki azâbın yanında dünyevî îkazlar çok küçük kalır. Bu sebeple Allah Teâlâ kullarına dünyada birtakım sıkıntılar yaşatır. Üstelik kullarının işlediği günahların tamamını da bu dünyada cezâlandırmaz. Onlara, günahları terk ederek hakka dönmeleri için mühletler ve fırsatlar verir. İlâhî îkazlara gönül verip hakka rücû ettikleri takdirde, eski günahlarını da affedeceğini bildirir. Hattâ kullarının tevbelerindeki samîmiyetleri nisbetinde eski günahlarını sevaplara tebdîl edeceğini müjdeler. O’nun rahmet ve mağfireti bu kadar geniştir.
Lâkin, nefsânî hayâtın aldatıcı seraplarına kanarak, sayısız ilâhî îkazlara ısrarla kulak tıkayan ve tevbe edip nefsini ıslâh etme fırsatlarını inatla reddeden insanları da sonunda acı bir şekilde yakalayıverir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“…Şüphesiz O’nun yakalaması, pek elem vericidir, pek çetindir!” (Hûd, 102)
İslâm’dan başka tutulacak bir ebedî saâdet yolu yoktur. Müslümanlar, dinlerini yaşama husûsunda birbirlerini teşvik etmeli, âdeta birbirini yıkayan iki el gibi olmalı ve Allâh’ın emirlerinden aslâ tâviz vermemelidirler. Zîrâ Allâh’ın emirleri gözardı edildiği, ilâhî hudutlar çiğnendiği zaman, dünyanın nizâmı bozulur; hak, adâlet, insaf, merhamet, muhabbet, can ve mal emniyeti ortadan kalkar; zulüm, haksızlık, ahlâksızlık, açlık, hırsızlık ve cinâyetler her tarafı kaplar. İnsanlar sokağa çıkmaktan korkar hâle gelirler.
ÖYLE BİR ZAMAN GELECEK Kİ
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, o günlerin geleceğini; “Öyle bir zaman gelecek ki…” buyurduğu bâzı hadîs-i şerîflerinde haber vermiştir:
“Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar iyiliği özendirmeyecek, kötülükten de sakındırmayacaklar.” (Heysemî, VII, 280)
“Sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki, o vakit siz, iyilikleri emretmeyen ve kötülükleri yasaklamayan kimselerin en hayırlı kişiler olduğunu düşüneceksiniz.”[2]
Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:
“–Gençlerinizin fıska düştüğü ve kadınlarınızın azdığı zaman hâliniz nice olur?” buyurmuştu. Yanındakiler hayretle:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü, yâni böyle bir hâl başımıza gelecek mi?” dediler