Irkçılığı tanımlamak istersek, “belirli bir grubun veya muayyen bir topluluğun değerini diğer gruplara karşı yükselten tüm fikir, inanç, kanaat ve davranışlar” olduğunu söyleyebiliriz. Irkçılık; bazen insanların yetenekleri, karakteri veya alışkanlıklarıyla ilgili kalıtsal konulara dayanır, bazen de ten rengine, kültürüne, ikâmet yerine, geleneklere, dil veya inançlara bağlı olur. Bu nedenle karşı gruba mensup bireylere sosyal ve yasal olarak yapılan muameleyi haklı çıkardığı iddia edilir. Irkçılık, haklı bir sebep olmaksızın üstünlük iddiasıyla statüsünü yükselten gruba, diğer gruplara karşı geleceklerini ve varlıklarını kontrol etme, haklarını ellerinden alma gibi imkanlar verebilmektedir. Elbette ki bu tavır ve tutum kabul edilemez haksızca ve insafsızca bir davranıştır.
Allah’ın (c.c.) bu dünyada yaşamı yarattığından beri ırkçılık var olmuştur. Irkçılık; fitne huzursuzluk ve kargaşanın, savaşların ve ayrımcılığın en önde gelen sebeplerinden, toplumlardaki en ölümcül hastalıklardan biridir ve onsuz hiçbir devir olmamıştır. Irkçılığın en belirgin örneği kuşkusuz insanlık tarihinin farklı dönemlerinde bazı ülke veya toplumların siyah tenli insanlar üzerinde uyguladıkları ve renk farkı dışında sebepsiz yere köleleştirdikleri köle ticaretidir.
Bugün ise bazen teknolojinin kapsadığı, bazen insan haklarıyla korunduğu, bazen de küreselleşmenin tezâhürleri, ilerlemenin sonuçları ve modernitenin güdüleriyle meşrûlaştırılan, farklı biçim ve şablonlarda yaygın bir ırkçılık çağında yaşıyoruz. Bu durum açıkça görülmekte ve insanlar bunu her yerde, her yazıda, okullarda, toplu alanlarda ve işyerlerinde yaşamaktadır.
Biz burada, Arap ve İslâm ülkeleri de dâhil olmak üzere Batı toplumlarında yayılan ırkçılığın tezâhürlerini ve biçimlerini açıklamaya girmeyeceğiz.Bunun yerine, Müslümanlar olarak bu tehlikeli belayla nasıl başa çıktığımızı, İslâm’ın geçmişte ve şimdi nasıl bir yöntemle bu illeti tedavi ettiğini açıklamaya çalışacağız. Ondan önce şu soruyu soruyoruz: Irkçılıktan muzdarip miyiz? Yoksa biz kendimiz ırkçı mıyız? ve örneğin Avrupa statlarında ırkçılık karşıtlığının bir kahramanlık, yüce gönüllülük, sahibine eşi benzeri olmayan bir başarıymış gibi hatırlatan bir konum haline geldiği bir dönemde, İslâm’ın ırkçılığı tedavi etmek, ortadan kaldırmak için çareler ve çözümler ortaya koyan ve ırkçılıkla mücadele eden bir din olduğunu unuttuğumuzu ya da görmezden geldiğimizi itiraf etmeliyiz.
İslâm, ırkçılığı nasıl tedavi etti? İslâm, insana bakış açısındaki entelektüel ve psikolojik değişim yoluyla ırkçılığı ortadan kaldırmak için “çözüm planını” ortaya koymuştur. İslâm, eşitlikten bahsetmekle yetinmeyip, insan onurunu ve haklarını koruyan yasalar da koymuştur. İslâm, ırkçılıkla mücadele etmiş ve onu ortadan kaldırmak için pratik çözümler, modeller, planlar ve bir vizyon sunmuştur. Dünyanın şu anda faydalanmak için şiddetle ihtiyaç duyduğu şey işte budur! Bunlar, İslâm’ın ırkçılığı ortadan kaldırmak ve birbirlerine karşı şefkatli, merhametli, yardımlaşma ve dayanışma ruhuna sahip, birbirlerini düşünen, seven ve destekleyen bir toplum inşâ etmek için üzerinde çalıştığı en önemli eksenlerdir.
Düşünceyi değiştirmek ve farkındalık oluşturmak insanın duygularını şekillendirir ve yürüdüğü, seçtiği belirli inançların oluşumuyla davranışlarını belirler. İslâm, insanda insanî bakış açısındaki entelektüel ve psikolojik değişim yoluyla ırkçılığı ortadan kaldırma planını inşâ eder. Bütün insanların tek bir soydan geldiği konusuna yer vererek bunun önemini vurgular. Kur’an-ı Kerim bu çağrıyı sıkça tekrarlayarak ilan eder:“Ey Âdemoğulları” (A‘râf, 7/26-27-31-35; Yâsin, 36/60), “Ey insanlar” (Bakara, 2/21; Nisâ, 4/174; A‘râf, 7/158; Fâtır, 35/15; Hucurât, 49/13)diye hitap eder. Kur’ân’daki ilk sûre olan, “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun”(Fâtiha, 1/2) diye başlayan “Fatiha”da, son sûre olan “Nâs”ta: “De ki, insanların Rabbine sığınırım”(Nâs, 114/1)buyurulur. Bütün bu âyetler evrensel insan kardeşliğinin anlamını, önemini ve gerekliliğini teyit etmektedir.
İnsanlar arasındaki üstünlüğün, sadece insanlara fayda sağlayan psikolojik, ahlâkî, manevî ve pratik çabalarından kaynaklandığı, cinsiyet, renk veya ırkın üstünlükle hiçbir ilgisinin ve bağlantısının bulunmadığını Allah (c.c.) âyette şöyle bildirir: “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.”(Hucurât, 49/13) Bu âyet, yaratılıştaki farklılığın asıl maksadının tanışmak olduğunu, üstünlüğün de ancak takvaya bağlı olarak sadece Allah (c.c.) nezdinde gerçekleşebileceğini bildirir.
İslâm; eşitlikten ve evrensel kardeşlikten bahsetmekle yetinmez, aksine insan onurunu ve zayıfların haklarını koruyan yasalar da vazeder. Fakirlerin, muhtaçların haklarının gözetilmesi için zekâtı emretmiş, mahrûmiyet ve haksızlığa uğramaması için yetimin korunmasını tavsiye etmiştir.Kadınların konumunu yüceltmiş, saygınlıklarının geri kazanılmasını sağlamıştır. İslâm, esarete bakış açısını değiştirerek esire iyi davranılmasını sağlamış, köleliğin kaynağını kurutmak için bir plan ortaya koymuştur. Kölelerin insânî haklarına sahip çıkarak kurtuluşlarına kapı açmak için azat etmeye teşvik etmiş ve birçok kefâreti köle azatlığı için bir başlangıç noktası haline getirmiştir.
İnsan haklarının korunması için sadece hakların beyan edilmesi yeterli değildir. Ancak onları koruyan, uygulayan ve olası ihlalleri izleyen organların olması gerekir. Belki de dünyada ortaya çıkan en eski anayasa olan; herkesin eşit olduğu, vatandaşlık, eşitlilik çerçevesinde birlik esasına dayalı tek bir toplum oluşturan ve gayr-i müslimlerin müslümanlarla bir arada barış içinde yaşamasını sağlayan belge “Medine Belgesidir”. Bu belge, gayr-i müslimlerin müslümanlarla güven ve huzur içinde yaşamasını sağlamıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) temiz bir toplumun inşâsı için yaşamı boyunca ırkçılıkla mücadele etmiştir. Ebû Zerr el-Ğifâri (r.a.), Bilal’e (r.a.) ve annesine: “Ey siyah kadının oğlu” diyerek hakaret ettiği gün, Hz. Peygamber (s.a.v.):“Sen kendisinde câhilliyet kalıntısı bulunan bir kimsesin”(Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Hadis No: 6050; Müslim, Sahîh-i Müslim, Hadis No: 1661) buyurarak ırkçılığın câhiliyye âdeti olduğunu belirtmiş ve onu bu davranıştan sakındırmıştır. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), dünyaya barış çağrısı mahiyetindeki “Veda Hutbesinde” tüm insanların kardeş olduğunu, Rablerinin bir, babalarının da bir olduğunu duyurmuş ve şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar!, Rabbiniz birdir, babanız birdir. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap’a üstünlüğü yoktur. Kırmızının siyahın üzerine, siyahın da kırmızının üzerine üstünlüğü yoktur üstünlük ancak takva iledir.”(Ahmed ibn Hanbel, Müsned, Hadis No:23489; Beyhaki, Şuabu’l-İmân, Hadis No: 5138)
Hz. Peygamber (s.a.v.), bir hadisinde gönderiliş amacını şöyle açıklamaktadır: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”(Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 9/18) Hz. Peygamber (s.a.v.) aynı zamanda mazlumları; farklı dinlere, vatanlara, renklere ve dillere dayalı ırkçılık baskısından kurtarmak için gelmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) icrâ ettiği bu misyonu da güzel ahlâkın önemli bir parçası mahiyetindedir.
Ve son olarak… İslâm, insâni bir hayat programıdır. Irkçılığa, taassuba, ayrımcılığa ve bağnazlığa asla yer olmayan “insan merkezli” bir dindir. İslâm’ın insanlık öğretisi her türlü mezhepçiliğin, milliyetçiliğin, kavmiyetçiliğin, grupçuluğun ve hizipçiliğin üstündedir. Yaratılmışların Efendisi Hz. Peygamber (s.a.v.): “Ey insanlar! Allah, cehâlet gururunu, babalarla övünmeyi ve kibirlenmeyi sizden uzaklaştırmıştır. Hepiniz Adem’densiniz, Adem de topraktandır.”(es-Suyûtî, Câmiü’s-Sağîr, Hadis No: 7867) Başka bir yerde de “Irkçılığa çağıran bizden değildir, asabiyet davası uğruna savaşan bizden değildir, asabiyetten ölen de bizden değildir” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb, 111-112).İslâm, ırkçılığı ve ayrımcılığı tüm türleri ve yönleriyle kesin olarak reddetmekle beraber tedavi çarelerini ve çözüm önerilerini sunan yegâne dindir.