Mekke Fethi sonrası Araplar Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimize karşı koyamayacaklarını görünce Nasr Suresi’ndeki ifadeyle fevç fevç Medine’ye gelerek İslam’a girmeye başladılar. Gelen heyetlerin kimisi birkaç gün, kimisi birkaç hafta kalıyor, sonra öğrendiklerini tatbik ve talim için kabilelerine geri dönüyorlardı. Heyetler Yılı diye bilinen Hicret’in 9. Senesinde Medine’ye gelen kabilelerden birisi de Beni Süheym idi.
BAŞLARINI DİK TUTSUNLAR
İsabe’de aktarıldığına göre Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem Beni Süheym’in temsilcilerine beldelerine dönerken okunmuş bir kap su verdi ve şöyle buyurdu: “Beni Süheym’e bunu götürün, okunmuş bu suyu mescidlerine serpsinler. Söyleyin, başlarını dik tutsunlar. Çünkü Müslüman oldukları için Allah onların başlarını dimdik yapmıştır.”
Hadiseyi bize aktaranlar Beni Süheym temsilcisi Ek’as Bin Seleme’nin elindeki kap ile mescid olarak belirlenen yere gelip suyu serptiğini anlatıyor ve şunu ilave ediyorlar: “Beni Süheym’den hiç kimse yalancı peygamber Müseylime’ye tabi olmamış, yine bu kabileden tek bir kişi bile Harici olmamıştır.” Ek’as bin Seleme ve yanındakiler Rasûlullah Efendimiz’le bir daha görüştüler mi bilmiyoruz ama bir sözün onlara kâfi geldiğini biliyoruz. Onlar bir sözle hayata karşı nasıl bir duruşlarının olacağını öğrenmişlerdi.
Başı dimdik tutmak ne demektir? Başını dimdik tutmak, inancımızın izzet kaynağı olduğunu bilmektir. Müslüman olduğumuz için başımızın dimdik olması, başlarımızın yerlerde süründüğü zamanlarda bizi kendimize getirecek bir sözdür. İslam, izzet kaynağımızdır. İzzet, kim olduğumuzu fark etmek; kibir, kendimizi olduğundan büyük görmektir. Bizler Müslümanlarız. İslam, üzerimizdeki en büyük nimettir. Bizi İslam nimeti ile buluşturan Rasûlullah Efendimiz şükür vesilemizdir. O’nun getirdiği Kur’an şanımız, şerefimizdir.
Hz. Ömer radıyallâhu anh yanında Ebû Ubeyde bin el-Cerrah radıyallâhu anh da bulunduğu hâlde Şam’a gitmek üzere yola çıkmıştı. Yolda bir nehre geldiklerinde Hz. Ömer devesinden indi ve ayakkabılarını çıkarıp boynuna astı. Sonra da devesinin dizgininden tutarak suya girdi. Bunu gören Ebû Ubeyde: “Ey Mü’minlerin Emiri! Böyle yapmayınız; çünkü bu memleketin halkı seni bu şekilde görmekten hoşlanmayacaktır” dedi. O zaman Hz. Ömer şunları söyledi: “Senden bunu ummazdım. Eğer bunu bir başkası söylemiş olsaydı onu ümmet-i Muhammed’e ibret dersi kılardım. Biz yeryüzünün en zelil kavmiydik. Allah Teâlâ bizi İslâm ile aziz kıldı. Eğer biz O’nun bizi aziz kıldığı İslâm’dan başka bir izzet talep edersek Allah Teâlâ bizi tekrar zelil eder.”
İZZETİ NASIL ARAMALIYIZ?
Biz İslam’dan başka bir izzet talep etmez, Müslümanların haricinde birilerinde de izzet aramayız. Müslümanlar olarak başımız dik tutan, Allah’a kulluk ile şeref bulmamızdır. Kullukta ne kadar merhale kat edersek o kadar izzet sahibi oluruz. Takva yolculuğu bu mânâda bir izzet yolculuğudur. En müttakimiz en izzetlimizdir. Takvasını artıranın şerefi artar. Tersi de doğrudur; İslam’dan yüz çevirir, kulluğu ihmal edersek zillete düşeriz. Zillet, kulluktaki noksanlığın, ihmalin ve gafletin cezası olarak şan, şeref ve itibarı Allah’tan gayrıda arayanların yanına, yöresine ve velayetine mahkûm edilmektir.
Allah Rasûlü Beni Süheym temsilcilerini memleketlerine, bir kaba okuduğu su ile göndermiş ve o suyu mescidlerine serpmelerini istemişti. Mescid, başı dik tutmak için baş eğilen bir yerdir. Başı dik olanlar başlarını sadece mescitte eğenlerdir. Mescid, izzet ruhunun kaynağıdır. Mescitte birlikte eğilen başlar, birlik ve beraberlik ruhu ile başlarını dimdik tutacak bir şuuru beslerler. “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz” ayeti bu şuurun kaynağıdır. Ümmetin diriliğinin kaynağı mescidlerdir. Mescid ne kadar ihmal edilirse enerjimiz o kadar tükenecek, başı dik tutmamız da o kadar zorlaşacaktır.
Allah’ı anmaktan gafil olanlar ve Müslümanlarla beraber hareket etmenin önemini idrak edemeyenler başlarını dik tutamazlar, çünkü başı dik olmak ve başı dik tutmak ayrı şeylerdir. Müslümanlık başı dimdik yapmak için yeterlidir. Ama bunu idrak ya da bunun ayırdına varmak, işte bu ayrı bir keyfiyettir. Müslüman olduğu için başının dimdik olduğunu bilen, başı dimdik tutmak için mücadele etmesi gerektiğini de bilmelidir. Başımızın dimdik olması Allah’ın bize bahşettiği bir nimettir. Bu, Müslümanlığımızın gereğidir. O yüzden biz başımızı eğdirmeyiz. Başımızı eğdirmememiz, bizim başımızı dik yapan Rabbimize karşı bir borcumuzdur.
İZZET VE ŞEREF, ALLAH’INDIR, RASÛLÜNÜNDÜR VE MÜ’MİNLERİNDİR
İslam en büyük nimettir. Onun yücelttiği başa, kimse daha büyük bir pâye lütfedecek değildir. İslam izzettir. O, başka bir yerde değil; Allah’ın, Rasûlü’nün ve inananların yanındadır. “(Münâfıklar) Eğer Medîne’ye dönersek azîz olanlar, zelîl olanları muhakkak oradan çıkaracaktır, diyorlar. Hâlbuki izzet ve şeref, Allah’ındır, Rasûlünündür ve mü’minlerindir. Fakat münâfıklar bu hakikati bilmezler.” (el-Münâfıkûn, 8) İzzetin kime ait olduğunu ancak Rabbimiz belirler. İnanmak izzetli olmanın en mühim şartıdır.
İzzeti inananların dışında yerlerde arayanlar, başlarının niye dimdik olduğunu bilmeyenlerdir: “Mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” (Nisa, 139) Başı dik tutmaya azimli olmak, izzetin sahibinin kim olduğunu hiçbir zaman unutmamak demektir. Rasûlullah Efendimizin Müslümanlıkları dolayısıyla Allah’ın başlarını dimdik yaptığını müjdelediği kimselere ayrıca “başlarını dik tutsunlar” şeklinde bir emir vermesi bu anlamda izzetli olmanın bir pâye ve fakat izzetli yaşamanın bir gayret olduğunu gösterir.
İzzetli olmak bir pâyedir evet ama izzeti muhafaza gayret ister. Gayret, kalbin pusulasını istikamet üzere tutabilmektir. İstikamet, sırat-ı müstakim üzere yürüyenlerin yanından yöresinden ayrılmamaktır. Günde kırk defa talep ettiğimiz dosdoğru yolun; soyut, müphem ya da muğlak değil, müşahhas bir adresi vardır. Yol, kendisine nimet verilenlerin yoludur. Nimet İslam’dır. Kendilerine İslam nimeti verilenler Müslümanlardır. Dolayısıyla yol Müslümanların yoludur. Yol, daha dar anlamı ile cami cemaatinin yoludur. Camiden, kıbleden ve mescitlere devam etmeyi alışkanlık haline getirmiş Müslümanlardan ayrılmayan izzeti de muhafaza etmeyi başaracaktır.
Allah bizi izzetli yapmakla lütufta bulunmuştur. Bu izzetin şükrü, kendi nev’inden olmalıdır. Başı dik olmanın şükrü başı dik tutmaktır. Onun da yolu istiğnadadır. İstiğna sadece Allah’a muhtaç olduğunu bilmektir. Derdinin dermanını fanilerde arayanı Allah fanilerle baş başa bırakır. İhtiyacını kendisi gibi muhtaçlara arz eden, herkese muhtaç olur. Hâlbuki izzet istiğnadadır: “Cebrâil bana geldi ve şöyle dedi: ‘Yâ Muhammed! İstediğin kadar yaşa, (sonunda) mutlaka öleceksin! İstediğini sev, (sonunda) mutlaka ayrılacaksın! İstediğin şeyle amel et, (sonunda) onun karşılığını elde edeceksin! İyi bil ki mü’minin şerefi, geceleri kâim olmasında; izzeti ise, insanlardan müstağnî kalmasındadır!’” (Hâkim, IV, 360-361/7921)
Başı dik olmak, ihtiyacını sadece Allah’a arz etmek, inananlar dışında kimseden medet ummamaktır. Kur’an’ımızda ayrıntılı bir şekilde tasviri yapılan münafık tiplemesinin en mühim özelliği mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesi, gücü ve şerefi mü’minlerin dışında aramasıdır. Mü’min, izzeti de onayı da mü’minlerin yanında arar. Mü’minlerin ölçüsü ise yanı Allah ve Rasûlü’nün ölçüsüdür.
Ölüm döşeğinde yatan İbn Âmir: “Bunca yıl valilik ettim. Allah huzurunda ne cevap vereceğim?” diye kendi kendine acınıp duruyordu. Etrafındakiler: “Biz senin için hayır bekliyoruz. Çünkü sen, kuyular kazdırdın, sular çıkardın, hacılara su verdin, şöyle şöyle iyilik ve hizmetlerde bulundun” dediler. Onlar konuşurken İbn Ömer sükût edip dinliyordu. Bunun farkına varan İbn Âmir: “Siz ne buyurursunuz, ey Ömer’in oğlu!” deyince İbn Ömer: “Eğer helâlinden ve gönül hoşluğu ile Allah rızasına uygun olarak yapmışlarsa, ben de öyle derim. (Aksi halde onlar sahibine vebaldir.) Yakında Allah’ın huzuruna gider de görürsün” dedi.
Mü’min tavrı işi de akıbeti de Allah’a havale etmeyi gerektirir. Biz Allah için sever, Allah için buğz ederiz. Şahıslara değil icraata ve o icraatta mündemiç mânâya bakar, var oluşunu ve hayatını İslam ile tarif edenlerle birlikte oluruz. Başımız Rabbimizle diktir, başı aynı şekilde Allah’la dik olanları dost biliriz. Allah bizi Müslüman kılmakla kendisinden başka kimseye muhtaç olmayacak bir izzet ve istiğna ile taltif etmiştir. Şimdi bize düşen izzetimizi muhafazadır. Başımızı eğmeyeceğiz. İslamlığımızın kıymetini bileceğiz. Başımızı dimdik yapmış inancımızın şerefini ağyardan medet umarak iki paralık etmeyeceğiz. Derdimiz, güç sahibi olmak değildir. Derdimiz, hesabımızı Rabbimize vermektir. Biliriz ki güç izzeti olana verilir. Gücü olan izzetli değildir, izzeti olan güçlüdür.