Altın Silsile’nin onuncu halkası, Pîsuvâ-yi Ârifan; Muhammed Arif Rivgeri Hazretlerinin hayatı...

Muhammed Ârif Rîvgerî Hazretleri Buhâra’nın kuzeyinde ve Gucdüvân’a takrîben 7 km mesâfedeki Rîvger köyünde doğdu. Küçük yaşta Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretlerinin hizmetine girdi. İbadet ve hizmete çok ehemmiyet verirdi. Hattâ uyumamak için kendisini zorladığı olurdu. Ondaki bu müstesnâ azim ve gayreti gören Hızır (a.s.), onun ârif bir zât olması için duâ etti. Bu duânın da bereketiyle o, gerçekten de ârif bir zât oldu.[1]

GUCDÜVANİ HAZRETLERİNİN NASİHATİ

Gucdüvânî Hazretleri ilk sohbetlerinde Hâce Ârif’e (k.s.) şu nasihatte bulunmuştur:

“Hak yolcusu, vaktinin değerini gâyet iyi bilmelidir. Üzerinden vakitler birer birer geçip giderken kendisinin ne hâlde olduğunu sık sık muhâsebe etmelidir. Şayet geçen bir an içinde kalben uyanık ve huzurlu olduysa, bunu, şükür gerektiren bir hâl olarak bilmeli ve şükrünü edâ etmelidir. Eğer bir ânı da gafletle geçmiş ise hemen onu telâfi etme yoluna gitmeli ve Cenâb-ı Hak’tan af dilemelidir.”[2]

Gucdüvânî Hazretlerinin vefâtından sonra irşâda başlayan Rîvgerî Hazretleri, bu hizmetine uzun yıllar devam etti. Üstâdından sonra aynı istikâmeti devam ettirmeye büyük titizlik gösterdi.

Hayatının son günlerine doğru, zaman onu gerektirdiği için cehrî/açık zikir tâliminde bulundu ve buna izin verdi. Böylece zikirden epeyce uzak kalmış olan halk, cehrî zikri duyarak ona daha çok rağbet etti.

Hâce Hazretleri, ilim, irfan, zühd, takvâ, riyâzet, ibadet ve Sünnet-i Seniyye’ye tam bağlılığıyla tanındı. Bilhassa Sünnet-i Seniyye’ye tâbî olmaktaki hassâsiyeti sebebiyle yüksek derecelere nâil oldu.

Nitekim Resûlullah Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sini çok iyi bilen, onun tâlimi ve yaşanması için büyük gayret sarf eden Ârif Rîvgerî Hazretleri, sohbetlerine umûmiyetle şu cümlelerle başlardı:

“Cenâb-ı Hak hepimizi, dünya ve âhiretin efendisi, bütün insanların her bakımdan en üstünü ve en fazîletlisi olan Resûlullah Efendimiz’e tâbî olmak saâdetiyle şereflendirsin! Çünkü Cenâb-ı Hak, O’na tâbî olunmasını sever. O’na uymanın küçücük bir zerresi dahî, bütün dünya lezzetlerinden ve âhiret nîmetlerinden üstündür. Hakîkî fazîlet, O’nun Sünnet-i Seniyye’sine tâbî olmaktır.”[3]

Hâce Hazretleri herkese karşı nâzik davranır, bir gönlü incitmekten son derece çekinirdi. Nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesine büyük ehemmiyet verir, haramlardan şiddetle sakınır, hattâ harama düşmek korkusuyla mübahların fazlasını terk ederdi. Geceleri vaktini hep ibadetle, gündüzleri talebe okutmakla geçirirdi.

Muhammed Ârif Rîvgerî Hazretleri, tebliğ ve irşad hizmetleri neticesinde pek çok kişinin hidâyete ermesine, nicelerinin de velâyet makâmına yükselmesine vesîle oldu.

MUHAMMED ARİF RİVGERİ HAZRETLERİNİN VEFATI - ARİF RİVGERİ HAZRETLERİNİN KABRİ NEREDE?

Hicrî 634 (m. 1237) senesi civârında Rîvger’de vefât etti. Kabr-i şerîfleri orada ziyâretgâhtır.

KORKU İLE ÜMİT ARASINDA

Ârif Rîvgerî Hazretleri şöyle anlatır:

Şakîk-ı Belhî Hazretlerinin Emine isminde, takvâ ehli, sâliha bir kızı vardı. Bir gün babasına:

«–Babacığım, beni “Emine” diye çağırma! Zira asıl emîn olan kişi, Allâh’ın gazabından kurtulandır! Ben ise kendimi emin hissetmiyorum. Bilâkis dört tehlike içinde olduğumu düşünüyorum:

Birincisi, ölümdür ki onu herkes tadacaktır.

İkincisi, günah korkusudur. Cenâb-ı Hak; “…Herkese yaptıklarının karşılığı tastamam verilecektir…” buyuruyor. (el-Bakara, 281)

Üçüncüsü, düşmandır. Cenâb-ı Hak; “…Muhakkak ki şeytan sizin için açık bir düşmandır.” buyuruyor. (el-Bakara, 168)

Dördüncüsü, âkıbetimin ne olacağı korkusudur. Gücüm yettiğince amel-i sâlihlerde bulunuyorum ama, bilmiyorum ki hayatım hangi yönde bitecek, âkıbetim ne olacak?! Babacığım, siz dahî âhir ve âkıbetinizin ne olacağını bilmezsiniz!»

Emine Hâtun, bu sözlerinin ardından rûhunu Rabbine teslîm etti.”[4]

MUHAMMED ARİF RİVGERİ HAZRETLERİNİN HİKMETLİ SÖZLERİ

  • “Tarîkatin başlangıcı, saâdeti, anahtarı ve dînin emri; tevbe ve huşû içinde Allâh’a ilticâ edebilmektir! Tevbe, bir mü’minin en mühim virdidir.”[5]
  • “Herkese canınla, malınla hizmet et ve kimseye emir verme!”[6]
  • “Dünyayı, yani nefsânî arzuları terk etmek demek, kalbin her an Allah Y ile beraber olması demektir. Bu iş, senin yüksek derecelere ulaştığının delîlidir.”[7]
  • “İnsan saâdete ulaşmak istiyorsa kendisini melekler derecesine çıkarsın! Yani nefsânî arzularına meyletmeyip bilâkis nefsini kendisine itaat ettirsin! Böylece iç âlemi temizlensin, her zaman Allâh’ı zikreder olsun ve söz verdiği kulluğu hakkıyla îfâ edebilmek için bütün gayretiyle çalışsın! Allah’tan başkasını kendisine mahbûb edinmesin ve Allah’tan gayrısından ümitvâr olmasın! Her zaman ebrâr ve ahyâr’ın hizmetinde bulunsun! Keskin kılıç gibi olan vakte karşı dikkatli olsun; hiçbir dakikayı gaflet ile beyhûde geçirmesin! Allâh’ın ismini her zaman zikretsin, gönlü, cemâlî sıfatların mazharı olsun!”[8]
  • “Mârifeti elde etmenin ilk şartı; nefsânî arzuları bertaraf etmek, kerâhetlerden ve şüpheli lokmalardan uzak durmak ve helâllerle gıdâlanmaktır.”[9]
  • “Mârifetin semeresi, Allâh’a tam olarak yönelmektir.”[10]
  • “Ârif o kişidir ki, Allâh’ın verdiği her nefeste kalbini tam olarak O’na versin ve bu hâl tâ son nefesine kadar devam etsin! Aynı zamanda onun bu hâli, insanlardan da saklı kalsın!”[11]
  • “Allah Teâlâ’nın sanatını temâşâ ve tefekkür ile meşgul olmak, îmânın anahtarlarındandır. Allah Teâlâ’yı görmek istiyorsan, O’nun sanatını (ibret ve hikmet nazarıyla) müşâhede et!”[12]