Allah, yerde ve gökte ne varsa hepsini insana âmâde kılmış, lâkin bu nîmetlerin kıyâmette hesâbının verileceğini de beyân etmiştir.

İlâhî bir imtihan gâyesiyle içinde yaşadığımız bu cihan, Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve azametinin hikmetli tecellîleriyle dolu olan sayısız nîmetlerle tezyîn edilmiştir. Bu nîmetler, Allâh’a kulluğa seviye kazandırabileceği gibi, -bunun zıddına- kulun gafleti netîcesinde bir fitne ve hüsran sebebi hâline de gelebilir. Hepsi birer ilâhî emânet olan bu nîmetleri aslî gâyeleri dışında veya nefsânî ve şeytânî gâyeler uğrunda hebâ etmek, büyük bir israf çılgınlığıdır.

NİMETLERDEN SORGUYA ÇEKİLECEKSİNİZ

Hakîkaten Cenâb-ı Hak, yerde ve gökte ne varsa hepsini insana âmâde kılmış, lâkin bu nîmetlerin kıyâmette hesâbının verileceğini de beyân etmiştir. Nitekim âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Sonra, yemin olsun ki, o gün (size verilen) her nîmetten sorulacaksınız!” (et-Tekâsür, 8)

“Muhakkak ki siz, mallarınız ve canlarınız husûsunda imtihan olunacaksınız…” (Âl-i İmrân, 186)

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakîkaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115)

Nîmetlerin sarf edilişindeki aşırılık ve haddi aşmayı ifade eden isrâfın en hazin olanı, Allâh’ın koymuş olduğu ilâhî hudutları çiğnemek sûretiyle ebedî âhiret saâdetini sonsuz bir hüsrâna çevirmektir.

İnsanoğlu, gafleti sebebiyle isrâfı ekseriyetle maddî nîmetlerde yapılan ölçüsüz harcamalar olarak telâkkî eder. Böylece israf mefhûmunu zihninde dar bir çerçeveye hapseder. Fakat maddî nîmetlerde israf nasıl haram kılınmışsa, mânevî nîmetlerde israf da aynı şekilde haram kılınmıştır. Hattâ mânevî nîmetlerde yapılan israf ve ölçüsüzlük, daha ağır bir vebâl ve hüsrânı mûciptir.

Âhiret saâdetinin hebâ olmasına sebebiyet verebilecek maddî ve mânevî israfların en mühimlerinden biri de maîşet temininde, günlük harcamalarda ve infakta yaşanan israflardır.

Allah Teâlâ, bütün kullarının rızkını takdîr etmiştir. Nitekim rızkın ilâhî teminat altında olduğu, âyet-i kerîmelerde şöyle beyân edilmektedir:

“Ben, insanları ve cinleri, yalnızca Bana kulluk etmeleri için yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Ben’i doyurmalarını da istemiyorum. Asıl rızık veren, kâmil kuvvet ve tam iktidar sâhibi olan, Allah Teâlâ’dır.” (ez-Zâriyât, 56-58)

“Nice canlı var ki, rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızık veren Allah’tır. O, her şeyi işitir ve bilir.” (el-Ankebût, 60)

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allâh’ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da)’dır.” (Hûd, 6)

Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmelerde ilim, kudret ve merhametinin sonsuzluğunu beyân etmektedir. Hakîkaten bizler, toprağın karanlıklarında, yerin gizli dehlizlerinde, okyanusların derinliklerinde yaşayan canlıların sayısını bile tahayyül edemezken, bir de onların her birine âit bütün bilgilerin Allah katında mevcûd olması, hattâ onların beslenme ve geçimlerinin dahî ilâhî taahhüd altında bulunması, ne muazzam bir kudret tecellîsidir.