- Hâmân Kimdir?
Firavun da veziri Hâmân’a:
“–Bana tuğla pişirip yüksek bir kule yap ki, şu Mûsâ’nın (a.s.) Rabbini araştırayım.” diyecek kadar ahmaklaşmıştır.
Ebû Cehil ve emsâlleri de Resûl-i Ekrem Efendimiz’in nübüvvetini vicdânen kabul ettikleri hâlde, nefsâniyetleri sebebiyle inkâr etmişlerdi. Zira îmân ederek, o zamanlar ekseriyeti fakir ve kölelerden oluşan mü’minlerin safında yer almayı gururlarına yediremedikleri için budalaca bir inada sürüklenmişler ve:
“…Bu Kur’ân, iki şehirden bir büyük adama indirilse olmaz mıydı?” (ez-Zuhruf, 31) diyecek kadar gurur ve kibrin gayyâlarına düşmüşlerdi.
O müşrikler, Hazret-i Peygamber’in ebedî saâdet dâvetini ve getirdiği istikbâl haberlerini, teşekkür ve minnetle karşılayacakları yerde, -ne hazindir ki- gurur ve kibirleri yüzünden çok çetin bir inatla, yüz kızartıcı menfîliklerle, alay, hakaret ve iz’açlarla karşılamışlardı.
Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:
“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlimler grubuna kaydedilir. Böylece zâlimlere verilen ceza ona da verilir.” (Tirmizî, Birr, 61/2000)
HASET NEDİR?
Haset, başkalarına lûtfedilen nîmetleri kıskanarak bir mânâda Cenâb-ı Hakk’ın taksîmine kalben îtiraz etmektir.
Mesela Kârûn, kendisine mânevî ilimler verilmesine rağmen, Hazret-i Hârûn’u (a.s.) kıskanıp haset etmesi sebebiyle helâke dûçâr olmuştur.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Yoksa onlar, Allâh’ın lûtfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar?..” (en-Nisâ, 54)
Kişide, haset illetinin mevcûdiyetini gösteren ilk alâmet, haset ettiği kimseden nîmetin zevâlini arzu etmek, nîmetin zevâlini gördüğünde ise rahatlayıp sevinç duymaktır.
- Haset İle İlgili Hadisler
Resûlullah Efendimiz hadîs-i şerîflerinde biz ümmetini haset illetinden şöyle îkaz buyurmuşlardır:
“Haset etmekten sakının. Zira ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer bitirir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 44/4903)
“Size eski ümmetlerin hastalığı sirâyet etti: Bu, haset ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır (yok edicidir). Bilesiniz ki; kazıyıcı (yok edici) derken saçı kazır demiyorum. O, dîni kazıyıcıdır…” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 57)
“Birbirinize kin tutmayınız, haset etmeyiniz, sırt dönmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz!” (Buhârî, Edeb, 57)
Hasetçi, haset ettiği kimseye karşı, kin, öfke, ihânet, intikam, hîle, ayıplama ve kötüleme gibi aşağılık hisler içinde çırpınır durur. Fânî ömrünü faydasız hayaller ve zararlı kuruntular içinde ziyân eder. Dolayısıyla kalbî hayatına zehir saçar.
ÖFKE NEDİR?
Îtidâl ve muvâzeneyi bozan en mühim âmillerden biri olan öfke, insanın zayıflık ve liyâkatsizliğinin de bir göstergesidir. Aklî dengenin kısmen zaafa uğramasıdır. Çünkü öfke gelince akıl baştan gider. Nitekim cinayet ve zulümlerin büyük çoğunluğu, öfke neticesinde meydana gelmiştir. Hayat kitabının öfke faslı, bir fâcia tarihidir.
- Şeytanın İşini Kolaylaştıran Zaaf
Hakîkaten öfke, şeytanın işini kolaylaştıran en mühim insânî zaaflardan biridir. İnsan öfkelendiğinde şeytan, bir çocuğun topla oynadığı gibi o kimseyle oynamaya başlar.
En akıllı insan, öfkesine hâkim olabilen kişidir. Yani öfke, aklın en büyük düşmanıdır. Nitekim:
“Öfke gelir göz kararır, öfke gider yüz kızarır.” denilmiştir.
Zira öfke denizi kabaran bir insanın, kendine hâkim olabilmesi çok zordur. Bu sebeple Peygamber Efendimiz, bu dirâyeti gösterebilen mü’minler için şöyle buyurmuştur:
“Yiğit dediğin, güreşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit, kızdığı zaman öfkesini yenen adamdır.” (Buhârî, Edeb, 76)
- Cennet’e Götürecek Huy
Ebu’d-Derdâ (r.a.), Resûlullah Efendimiz’e:
“–Bana Cennet’e götürecek bir şey öğret!” deyince; Fahr-i Kâinât Efendimiz kendisine:
“–Öfkelenme!” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 76; Tirmizî, Birr, 73)
Cenâb-ı Hak da rızâ-yı ilâhîsini tahsil için öfkelerini yenebilen sâlih kulları hakkında şöyle buyurur:
“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrân, 134)
Ancak burada şunu da ifâde etmek gerekir ki öfke, nefsânî ve şeytânî yönden olunca kötü bir vasıftır. Eğer o, ilâhî cihettense, yani Allah yolunda ve sırf Allah içinse, bu takdirde bir fazîlet olur. Allâh’ın rızâsını kazanmak için öfkeyi yenmek mühim olduğu kadar, gerektiğinde Allah için öfkelenmek de son derece mühim bir vazifedir.