Resûlullah Efendimiz bir hutbesinde ashâb-ı kirâma şöyle hitâb etmişlerdir:

“…Cennetlikler üç kısımdır:

Ÿ Kuvvet sahibi, âdil, tasaddukta bulunan ve muvaffak olan kişi.

Ÿ Bütün yakınlarına ve müslümanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli olan kişi.

Ÿ İffetli, namuslu ve ehl ü ıyâl sahibi olduğu hâlde kimseden bir şey istemeyen kişi.

  • Cehennemliklerin Özellikleri

Cehennem ehli de beş kısımdır:

Ÿ Aklını, kendisini yanlışlardan korumak için kullanmayan zayıf irâdeli insan. Bunlar, aranızda tâbî olarak bulunurlar, âile ve mal edinmek (dînî, şahsî ve dünyevî bir fayda temin etmek) için gayret etmezler.

Ÿ Tamahkârlığını belli etmeyen hâin kimse. Böylesi, hangi kapıyı çalsa mutlakâ ihânet eder.

Ÿ Sabah-akşam her fırsatta malın ve ehlin hususunda seni aldatan kimse.

Ÿ Cimri ve yalancı.

Ÿ Kötü ahlâklı, çirkin ve kaba sözlü kimse.”

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sözlerine devamla;

“Allah Teâlâ bana; «Öyle mütevâzı olun ki, kimse kimseye karşı övünmesin, kimse kimseye karşı zulüm ve haksızlık yapmasın!» diye vahyetti.” buyurmuşlardır. (Müslim, Cennet, 63-64)

  • Cimrilik Yapanlara Uyarı

Şeyh Sâdî’nin, dünya metâına aşırı düşkünlükle cimrilikte bulunanlara yaptığı şu îkaz ne kadar ibretlidir:

“Para yığmakla yükseleceğini sanma. Duran su fenâ kokar ve kurur. Sürekli bağışlamaya ve akıtmaya çalış. Akan suya gök yardım eder. Yağmur yağdırır, sel gönderir, onu derya eder.”

Dolayısıyla asıl mârifet; cömertlik, fedakârlık ve diğergâmlıkla gönlü bir rahmet deryası hâline getirip Hakk’ın lûtfettiği nîmetleri âhiret zenginliğine dönüştürebilmektir. Bu bakımdan malın hayırlısı, sahibinden önce âhirete gönderilen; canın hayırlısı da Allah rızâsı istikâmetinde kullanılabilendir.

Es’ad Erbilî Hazretleri şöyle buyurur:

“Kiracıların bir evden diğerine taşınırken bütün eşyalarını beraberlerinde götürüp, sevdikleri mallardan hiçbir şeyi bırakmadıkları mâlûmdur. Hâl böyle iken, insanların, her şeye muhtaç oldukları kabir evine giderken sevdikleri eşyalarından kısmen olsun bir şeyi beraberlerinde götürmemeleri (infâk edip kendilerinden önce âhirete göndermemeleri), gerçekten hayret verici bir durumdur.” (Mektûbât, s. 16, no: 5)

İSRAF NEDİR?

İsraf, aşağılık duygusunu bastırmak için yapılan bir güç gösterisidir.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur:

“…İsraf etmeyin; çünkü Allah, israf edenleri sevmez.” (el-En’âm, 141)

“İsraf edenler şeytanların arkadaşlarıdır...” (el-İsrâ, 27)

Allah Resûlü Efendimiz de şöyle buyurmuşlardır:

“Allah Teâlâ size; ana-babaya itaatsizlik etmeyi, verilmesi gerekeni vermeyip almaya hakkı olmayan şeyi istemeyi ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi haram kılmış; dedikodu yapmayı, çok soru sormayı ve malı israf etmeyi de mekruh kılmıştır.” (Buhârî, İstikrâz 19, Edeb 6)

Malı israf etmek, onu Cenâb-ı Hakk’ın râzı olmadığı bir sûrette harcamak demektir. Mal, insanın zarurî ihtiyaçlarını temin etmesine ve kimseye el açmadan huzur içinde yaşamasına vesîledir. Lâkin onu har vurup harman savuranlar, bir müddet sonra başkalarına muhtaç duruma düşerler. Diğer bir ifâdeyle, malı Allah yolunda harcayıp âhiret azığı yapmak, makbul ve sâlih bir ameldir. İhtiyacı olan yakınlarından başlamak üzere insan malını dilediği gibi harcayabilir; bu harcama helâldir. Dînin yasakladığı yerlere harcamak ise haramdır.

Bir de canın istediği, nefsin arzu ettiği yerlere yapılan mübah harcamalar vardır. İnsanların hâline ve mal varlığına göre farklılık arz etmekle beraber, bu nevî harcamalar ekseriyetle israf sayılmaz. Örf ve gelenekler de bu hususta bir ölçüdür. Çok zengin bir kimsenin bazı meşrû zevkleri için yaptığı bir harcama mâkul karşılanabildiği hâlde, orta halli birinin aynı şekildeki bir harcaması, israf sayılabilir.

Şu âyet-i kerîme, malın sarf edilişi husûsunda en sağlam ölçüyü ortaya koymaktadır:

“Rahmân’ın o has kulları ki, harcadıkları zaman ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (el-Furkân, 67)

  • Çirkin Huylar

Velhâsıl, israf da cimrilik de kökü Cehennem’de olan çirkin huylardır.

TECESSÜS NEDİR?

Ayıp ve kusur araştırmak demek olan tecessüs, esasen kötü zanna dayanan nefsânî bir davranıştır.

  • Tecessüs İle İlgili Ayet ve Hadisler

“Settâru’l-Uyûb” olan Cenâb-ı Hak, insanların umûmu alâkadar etmeyen şahsî kusur ve ayıplarının araştırılıp ortaya dökülmesine gazap eder. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

“Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (en-Nisâ, 148)

Zira gizli kalmış kötülük ve çirkinliklerin araştırılıp ortaya dökülmesi, onların âdeta bulaşıcı bir hastalık gibi toplumda revaç bulmasına sebebiyet verir. Bu yüzden, bu nevî hâllerin şuyûu, vukūundan beterdir denilmiştir. Yani bunların duyurulup yayılması, toplum ahlâkı için daha büyük bir tehlike teşkil eder.

Tecessüs illetinde ağırlıklı olarak, herhangi bir müslümanın bir ayıbını, kusurunu veya sırrını bir şekilde öğrenip açıklamak gibi kötü bir niyet mevzubahistir. Bu ise, hem Kur’ân’da hem de Sünnet’te yasaklanmıştır.

Nitekim âyet-i kerîmede Rabbimiz;

“…Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın…” (el-Hucurât, 12) buyurmaktadır.

Resûlullah Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Müslümanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşer ve araştırmaya kalkışırsan, onların ahlâkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 37)

“Kim bir topluluğun duyulmasını istemediği bir sözü öğrenmeye çalışır (tecessüs ile kulak hırsızlığı yapar)sa, kıyâmet günü kulaklarına eritilmiş kurşun dökülür.” (Buhârî, Tâbîr, 45)

Tecessüs, din kardeşliği hukukuyla aslâ bağdaşmayan bir vasıftır. Nitekim İbn-i Mesut (r.a.), kendisine getirilerek hakkında;

“–Bu, sakalından şarap damlayan falanca kişidir.” denildiğinde o kimselere:

“–Biz ayıp ve kusur araştırmaktan men edildik. Bir kusur veya ayıp, kendiliğinden ortaya çıkarsa biz onun gereğini yaparız.” cevâbını vermiştir. (Bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 37/4890)