Eksik kalan şey bize yazılmış vazife ya da hakkımızdaki murâddır. İmtihan, bunu zamanında keşfedip, vazifemizi tez elden yerine getirmek için yola koyulmayı başarmaktır. Ortada taşınacak bir yük var. Bunu kimseye tahvil edemeyiz çünkü herkesin yükü ayrıdır. Herkeste farklı bir zamir, farklı bir ruh, farklı “şâkile” vardır ve bunun sorgusu özel, karşılığı da sadece sahibine hastır.
Yapılacak güzel işler bellidir, amel-i sâlih de tarif edilmiştir. Ama iman ederek eylemek, güzel işe damgasını vurmak ve dolayısıyla o işi kalbin ameli yapmak kolay değildir. Bir büyük imtihan da işte budur. Güzel işler çeşit çeşittir. İşe güzelliğini veren kalpteki niyettir. İşin güzelliği kalpteki niyetin güzelliği ile açığa çıkar. Birisi kalbini ekşiterek bin verir, güzel niyetle bir verenin gerisinde kalır. Niyetin güzelliği şâkileye uymasına bağlıdır. İçimizden gelmeyeni dışımıza aksettiremez, içimize düşmeyenin peşine düşemeyiz. Evet, güzel iş çoktur ama herkes güzeli önce içinde var eder. Gönlümüzü katamadığımız hiçbir iş güzelleşmez.
Gönlümüzü imar ve inşa etmeden, dışta bir imar ve inşa sürecine giremeyeceğimizi fark ettiğimizde imtihanın bize has mahiyetini de anlamaya başlayacağız. Kendisi ile dirilmediğimiz bir hakikati başkasına teklif edemeyiz. İslam bizim kendisi ile dirilmemiz gereken hakikatimizdir. Biz onu gözümüzü açtığımızda cebimizde bulduk. Cebimizdekini kalbimizdeki yapmak bir diğer imtihanımızdır. İslam, üzerimizdeki en büyük nimettir. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı dileyen, imtihanı geçmek isteyen bunu ancak İslam’la başarabilir, çünkü Allah’ın hakkımızda razı olduğu din odur: “Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” (Mâide, 3)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle dua ederlerdi: “Allah’ım! Ben zayıfım, zaafımı Sen’in rızâ-yı şerîfini kazanma husûsunda kuvvetlendir. Nâsiyemden tutarak beni hayra sevk eyle! İslâm’ı rızâmın en son noktası kıl!” İslam’ın rızamızın en son noktası olması, imtihanın başarılmasıdır. İslam’ı istemek Allah’ın rızasını istemektir. İslam’ı istemek, hakkımızdaki muradı keşfetmektir, çünkü İslam Allah’ın bizden istediğidir. O yüzden rızasının ufkuna İslam’ı koyan imtihanı nasıl geçeceğini de bulmuş demektir.
Meşru dairesi ve sınırları, müsaade ettikleri ve yasakladıkları ile İslam bize kâfidir. İmtihanı kazanmak, buna razı olmak; imtihanı kaybetmek, bu konuda kafa karışıklığına düşmektir. İnsanlar bugün İslam’dan, bu yüce nimetin bütün insanlık için tek kurtuluş yolu olduğundan şüpheye düşmüşlerse daha büyük imtihan aramaya gerek yoktur. İslam’ı rızasının son noktası yapamayan imtihanı kazanmayı ummasın. İmanın tadını bütün tatların önüne geçiremeyen de İslam’ı temsil ettiğini iddia etmesin. İslam’la sıkıntısı olana başka imtihan aramaya gerek yok. İslam’la sıkıntısı olmayana ise İslam’ı ne ölçüde temsil ettiği sorusu yetecek de artacaktır. İmtihan, sadece semâvî, arazî ya da sosyal afet ve musibetlerle sınırlı değildir. En büyük imtihan din sahasındadır. Kendisine İslam yetmeyene daha büyük bir bela gelmeyecek, İslam’ı yaşamak isteyip de temsil konusunda tökezleyene de bu imtihan olarak yetecektir.
EN ZOR İMTİHAN
En sıkıntılı imtihan, imtihanı yapandan gafil olmaktır. Hayat, bu gerçeği anlayacak kadar kısa, bu gerçeği kolayca taşıyamayacak kadar uzundur. Rutinin ve durağanlığın sisi, her an mucize, tecelli ve harikalarıyla zuhur eden Rabbimizin azametini idrak etmemize mânidir. O yüzden hep teyakkuzda olmak, her anı son nefesmiş gibi yaşanan bir hayata muvaffak olmak gerekiyor. Bu şekilde göklere yükselmeye yol bulamayanlara esfel-i safilinden başka seyir yolu yoktur. Bunu bilip, etrafına nazar edip kalbi sızlayanın imtihanı şu dizelerde ifade edilendir: “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! / Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak / Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden / Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden.”
Evet, “iman ettik” demekle bırakılmayacağız. İmanı aşkla yaşamak ve çatırtılar gelen kubbemize yetişmek mesuliyetimiz var.