Zorluk seferi Tebük nasıl bir seferdi? Tebük’te ödüllendirilenler kimlerdir? Tebük’ün tek şehidi kimdi? Tebük’ün ikazlar nelerdir? Tebük seferini katılmayan üç sahabinin durumu neydi? Tebük Hutbesi ve Tebük seferi hakkında bilinmesi gerekenler...
Hicretin 9’uncu senesiydi.
İslâm’a karşı Mûte’de başlayan haçlı düşmanlığı yeni bir safhaya geçmekteydi. Medine’de yaşanan kıtlığı da fırsat olarak gören Şam bölgesindeki hıristiyan kabîleler Herakliyus’a şöyle bir mektup yazdılar:
“Peygamberlik iddia eden adam mahvolmuştur. Büyük bir kıtlık ve sıkıntı ile karşı karşıya kalmıştır, malları da helâk olmuştur, fırsat bu fırsat, ne duruyorsunuz hücum etsenize!..”
Herakliyus da ileri gelen adamlarından birinin kumandasında kırk bin kişilik ordu gönderdi.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu haberleri alınca, her gün minberde şöyle duâ etmeye başladı:
“Allâh’ım! Eğer bu cemaat yok olursa, Sana yeryüzünde asla ibâdet edilmez, insanların hiçbir gücü ve kuvveti kalmaz.” (Rûdânî, Cem‘u’l-Fevâid, II, 447)
Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu hücumu bertaraf etmek için seferberlik îlân etti.
Cenâb-ı Hakk’ın husûsî taltifleri, îkazları ve irşadlarına sahne olan Tebük Seferi başlıyordu.
Bu sefere «Zorluk Seferi» denmişti.
Çünkü;
- Kıtlık vardı.
- Mevsim yazdı ve hava çok sıcaktı. Üstelik hasat zamanıydı.
- Düşman o güne kadarki gazvelere göre, çok kalabalıktı.
- Yine düşman çok güçlüydü, Roma devletiydi.
- Sefer için gidilecek mesafe o günün şartlarında 3 aylık yol demekti.
- Münafıklar yaptıkları tezvîrât ile moral bozuyor ve mü’minleri cihaddan alıkoymaya çalışıyorlardı.
Zorlukla beraber gelen kolaylığa tâlip olanlar, Cenâb-ı Hakk’ın ve Rasûlullah Efendimiz’in iltifatlarına nâil oldular.
TEBÜK’TE TALTİF EDİLENLER
Îlân edilen seferberlik üzerine; sahâbe-i kiram, canlarıyla ve mallarıyla Allah yolunda cihâda ve infâka koştu.
Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, bütün malını getirdi. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in;
“–Çoluk çocuğuna ne bıraktın yâ Ebâbekir?” suâline de büyük bir îman vecdiyle;
“–Allah ve Rasûlü’nü (bıraktım yâ Rasûlâllah)!..” şeklinde cevap verdi. (Tirmizî, Menâkıb, 16)
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, malının yarısını getirmişti. Bu sefer Hazret-i Ebûbekir’i geçeceğini düşünmüştü. Ama yine yetişememişti.
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- da, 300 deveyi tam teşkilâtlı bir şekilde hazırlayarak İslâm ordusunun hizmetine verdi ve ayrıca 1000 dinar bağışta bulundu. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in husûsî iltifâtına mazhar oldu. Ayrıca Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-’ın ailesi de, bütün mücevherlerini Allah yolunda infâk etti.
Hanım sahâbîler, infakta birbirleriyle yarışıyorlardı. Biricik ziynet eşyalarını dahî getirip Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in önüne koyuyorlardı.
Bu esnada on bir yaşında küçük bir mü’mine kız da, ufakken kulağına takılan küpeleri çıkaramayınca, heyecanından onları kulağını yırtarak çıkardı ve arz etti. Bu kanlı küpeler, sahâbenin infak heyecanının muazzam bir nişânesi oldu.
Bu büyük sefere katılmak için binek bulmak ve hazırlık oluşturmak gerekiyordu. Aşk ve iştiyâk ile Rasûlullah Efendimiz’in maiyyetinde olmak isteyen sahâbîler, o uzun ve meşakkatli yolda bir bineğe münâvebeli binmeye râzı oluyordu.
Vâsile bin Eskâ -radıyallâhu anh- anlatır:
“Tebük Seferi’ne çıkılacağı günlerde Medine’de şöyle nidâ ettim:
«–Ganîmet hissemi vermem karşılığında kim beni bineğine bindirir?»
Ensardan yaşlı bir zât, münâvebe ile (nöbetleşe) binmek üzere beni savaşa götürebileceğini bildirdi. Ben hemen; «Anlaştık!» deyince;
«–Öyleyse Allâh’ın bereketi üzere yürü!» dedi.
Böylece hayırlı bir arkadaşla yola çıktım. Allah ganîmet de nasîb etti; hisseme bir miktar deve isabet etti. Bunları sürüp (o zâta) getirdim. O, bana;
«–Develerini al götür.» dedi.
«–Başta yaptığımız anlaşmaya göre bunlar senin.» dedim. Ama o;
«–Ey kardeşim! Ganîmetini al, ben senin bu maddî payını istememiştim. (Ben sevâbına, yani mânevî kazancına iştirâk etmeyi düşünmüştüm.)» dedi.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 113/2676)
İnfak kervanından ayrı düşmek istemeyen fukarâ sahâbîler de samimiyetleriyle gayret gösteriyorlardı.
Bunlardan Ebû Âkil -radıyallâhu anh-, bütün bir gece çalışarak iki ölçek hurma kazanmıştı. Bir ölçeğini ev halkına, bir ölçeğini de orduya bağışladı. (Taberî, Tefsîr, X, 251)
Hiçbir binek bulamayan yedi sahâbî; Peygamberimiz’den ayrı kalacak olmanın hüznüyle, huzurdan ağlayarak dönmüşler ve onların bu samimiyeti âyet-i kerîme ile medh ü senâ edilmişti. (Bkz. et-Tevbe, 92)
Daha sonra kerem sahibi zengin sahâbîlerin yardımıyla bu gözü yaşlı sahâbîler de sefere katılarak, Fahr-i Kâinât Efendimiz ile beraberlikle feyizlendiler.
Bedbaht münafıklar ise, bu az da olsa samimî infakları ve içten gözyaşlarını dillerine doluyordu.
Ulbe bin Zeyd -radıyallâhu anh- da Tebük Seferi’ne iştirâk edebilmek için binek bulamayan fakir sahâbîlerdendi. Binek bulması için Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e müracaat etmiş, fakat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de imkânı olmadığı için yardım edememişti. Hazret-i Ulbe çok mahzun oldu. Gecenin bir kısmı geçince kalktı, namaz kıldı ve tazarrûda bulundu.
Sabah olunca Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gelip şöyle dedi:
“–Yâ Rasûlâllah! Elimde sadaka olarak verebileceğim bir şey yok. Şu bir parça eşyamı tasadduk ediyorum. Bundan dolayı beni üzen veya bana kötü söyleyen yahut da benimle alay eden kimseye de hakkımı helâl ediyorum!”
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Allah sadakanı kabul etsin!” buyurdu ve başka bir şey söylemedi. Ertesi gün ise bu sahâbîye;
“–Ben senin sadakanı kabul ettim. Seni müjdelerim! Muhammed’in varlığı kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, sen sadakası kabul olunanların dîvânına yazıldın.” buyurdu. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 500; İbn-i Kesîr, es-Sîre, IV, 9; Vâkıdî, III, 994)